Dîvan Edebiyatı, Türk Edebiyatı içerisinde çok önemli bir yere sahip olan ve 600 yıllık bir süreci kapsayan Osmanlı devri ile zamanının en yetkin edebiyatı olan bir edebi koldur. Dîvan Edebiyatı'nda nazım yani şiir, nesir, yani düz yazıdan daha baskındır. Divan şairleri, bu edebi anlayışla yazdıkları şiirlerini dîvan adı verilen eserlerde toplarlardı. Divan Edebiyatında şiirin geliştiği dört ana dönemden bahsedilir; kuruluş, geçiş, olgunluk ve çöküş dönemleri.

Kuruluş döneminde en önemli unsurlar Farsça'dan yapılan çevirilerdir. Fars Edebiyatının zirvesinde olan şarilerden yapılan çeviriler, Divan şiirinin biçim ve özünün oluşmasında etkili olmuştur. Gülşehri, kendinden de bir çok unsur kattığı Feriddüddin Attar'ın Manttıku't Tayr adlı mesnevi çevirisinde tasavvuf ilkesinin temellerini attı. Hoca Dehhani ise din ve tasavvuf konularını bir yana iterek maddi aşk ve şarabı konu alan şiirler yazdı. Bu durum da Hoca Dehhani'yi bazı çevrelerin ilk Divan şairi saymasını sağlamıştır. Bunlar dışında Kadı Burhaneddin, Çelebi Mehmed, Şeyhi, Ahmedi Dai gibi şairler Divan Edebiyatının kuruluşuna öncülük etmişlerdir.

Geçiş Dönemi ise 15. yy'dan başlar. Fars Edebiyatından etkilenerek şekillenmeye başlayan edebi anlayış, bilhassa saray ve saray çevresi aydınlarının desteği ve ilgisiyle gerçek kimliğini bulmaya başlamıştır. Bu dönemde Divan şiiri işlediği konularla, benimsediği görüşlerle halktan uzaklaşmaya başladı. Bu dönemde tasavvuf düşüncesiyle birlikte maddi aşk ve zevklere dair de şiirler yazıldı. Yine bu dönemde Fatih Sultan Mehmed'in sanata ve edebiyata verdiği değer, Divan Edebiyatının olgunluk dönemine geçmesi için zemin hazırlamıştır.

Olgunluk Dönemi, Divan Edebiyatının tamamıyle kendi yolunu bulduğu, etkilendiği Arap ve Fars Edebiyatlarını geride bıraktığı dönemlerdir. Daha önceden Fars şairlerini kendilerine örnek alan şarilerimiz, bu dönemde onlardan üstün olduklarını kabul etmişlerdir. Nitekim Fuzuli, Baki, Nef'i, Nabi, Zati, Hayali, Necati... gibi, daha önceki yazılarımda tanıttığım pek çok dünya çapında şair bu dönemde yetişmiştir.

Divan Edebiyatında sanat anlayışı iki bölümde incelenebilir; şiirde ve düzyazıda. Divan Edebiyatında düzyazı pek değer görmemiş ve pek örnek verilmemiştir. Ancak bu edebiyatın son dönemlerinde şairlerin hayatlarının anlatıldığı şair tezkireleri düzyazıya örnek gösterilebilir.

Divan şiirinde şairin şairin şiir yazmaktaki amacı hüner ve marifet göstermektir. Fakat Divan şairleri tamamıyla özgür değildir. Çeşitli nazım şekillerine, türlerine ve konularına bağlı kalmak zorundadırlar. Konusu, türü şekli, herşeyi belli olan şiirlerde şaire tek bir şey kalmıştır; şiiri incelik ve ustalıkla işlemek. Ve yüzyıllar geçtikçe şairler bu konuda kendilerini geliştirmişler, şiiri bir kuyumcu gibi ustalıkla işlemeyi öğrenmişlerdir.

Divan Edebiyatı konu olarak genellikle İslam dinine, tasavvufa ve şeriat ilkelerine bağlıdır. Fakat maddi aşk, güzellikler, şarap...vs de kendine yer bulmuştur. Divan şiirinde esas olarak aşk ön plandadır. Bu aşk ya tasavvuf anlayışıyla ilahi, Allah'a duyulan bir aşktır, ya da bir güzele duyulan beşeri bir aşktır. Ya da Fuzuli'deki gibi ilk önce maddi aşk olup sonradan ilahi aşka dönüşen konular da işlenmiştir.

Divan Edebiyatında dil oldukça ağırdır. Hatta çoğu şair ağdalı ve ağır bir dil kullanmaya ustalığı eş anlamlı tuttuğundan şiirlerin dili anlaşılmaz ve çok ağdalı olmuşturç Fakat ine de sade dili savunan Baki gibi şairler de vardır. Divan şiirindeki dil sanatlıdır. teşbih, mübalağa, tecahül-i arif, hüsn-i talil irsal-i mesel gibi sanatlarla şairler şiirlerine sanat değeri katmışlardır.

Şimdi şairlerin bu "Dîvan"larındaki şiir türlerini inceleyelim.  Divan Edebiyatı nazım türlerini kafiyelerine ayıranlar olduğu gibi, nazım birimlerine (dörtlük, beyit. . vs. ) göre de ayıranlar olmuştur. Fakat kafiye düzenine göre yapılan sınıflamanın yerine, nazım birimlerine göre yapılan tasnif daha sağlıklı bulunmuştur.

Dîvan Edebiyatında nazım birimi olarak çoğunlukla beyit kullanılmıştır. Fakat mısraların kullanıldığı türler de vardır. Şimdi bu sınıflandırmaya göre Dîvan Edebiyatındaki türlere bakalım;

A. BEYİTLE YAZILAN TÜRLER:

1. BEYİT: Beyit, iki mısranın anlam bakımından birbirini tamamlamalarından, yani bir söz (cümle) meydana getirmelerinden doğmuş iki mısralık bir nazım birimidir. Yani aslında bir nazım türü değildir.

Eskiden birçok nazım şekli beyitle yazılırdı. Yani beyit, manzumenin iki mısralık her bir parçasının adıdır. Beyit, manzumeden ayrılıp bağımsız duruma geçince adı değişir. Mesela Gazel ve Kasidenin ilk beyitine matla denir ve kafiyeleniş şekli farklıdır.

Divan Edebiyatı nazımlarında konu birliğe pek olmadığı için genel olarak her beyit bağımsız bir duygu ve düşünce cümlesidir.

Aşağıda 3 tane beyit örneğini göreceksiniz;

Âşiyân-ı murg-ı dil zülf-i perîşânındadır

Kande olsam ey perî gönlüm senin yanındadır (Fuzuli)

Haddeden geçmiş nezaket yâl ü bâl olmuş sana

Mey süzülmüş şişeden ruhgâr-ı âl olmuş sana (Nedim)

Tûtî-i mu’cize-gûyem ne desem lâf değil

Çerh ile söyleşemem âyinesi sâf değil (Nef’î)

2. MÜFRED: Müfred, tek başına beyittir. Bağımsız beyit olarak da adlandırılır. Bu tür, şairlerin genellikle Dİvanlarının sonuna koydukları bir türdür. Müfredlerin mısraları kafiyeli olduğu gibi, kafiyesiz olanları da vardır. Kafiye koşulu yoktur. Müfred, bir duyguyu ve düşünceyi tam olarak anlatır. Şairler, hikmet derecesindeki birçok düşüncelerini ve hayat tecrübelerinden doğan fikirlerini çoğu kez müfredlerle anlatmışlardır. Böyle olmakla beraber aşk, şarap, meyhane gibi konularda da müfred yazılmıştır

Sen sen ol, seni kimse evirip çevirmesin

Düşeceksen kendin düş, başkası devirmesin (Sultan Mustafa)

Çeken piyaleyi Pa-der rikab olup gidiyor

Gelen bu meclise mest ü harab olup gidiyor (Şeyh Galip)

3. GAZEL: Gazel, Divan Edebiyatının en çok kullanılan nazım türlerindendir. Gazeli ilk olarak İmr'ul Kays'ın 502 yılında söylediği kabul edilir. İlk beyitine matla, son beyitine makta, şairin mahlasının geçtiği beyite taç beyit, gazelin en güzel beyitine ise beyt'ül gazel denir. Matla mısraları kendi arasında kafiyelidir ve gazelin bu beyitten doğması bakımından önemlidir. Gazelin ilk beyitinden sonraki beyitlerin ilk mısraları kafiyeyle alakasız, ikinci mısraları ise matla beyitindeki kafiye ile kafiyelidir. Yani gazelin kafiye düzeni; aa/ba/ca/da.... dır.

Gazel beyit beyit yazılır. Mısralar birbiri ardına sıralanmazlar. beyit sayısı 5-15 arasında değişir. Fakat 9 beyitten fazla gazel pek yazılmamıştır.

Bütün gazellerin konusu genellikle aşk, şarap, sevgili, güzellik... vs. dir. Gazellerde şairler duygularını lirik bir şekilde anlatırlar. Her Divan şairinin divanının belkemiğini gazeller oluşturur.

Gazellerde beyitler arasında anlam birliği olduğu gibi, her beyitin kendi halinde güçlü olması da mümkündür. Beyitler arasında anlam birliği olması demek, her beyitin aynı konu üzerinde söylenmiş olması demektir. Beyitlerdeki bu anlam birliğine yek-ahenk denir.

Beyitleri arasında anlam birliği olmayan gazellerde ise her beyit, beyt'ül gazel derecesinde güçlü ve güzeldir. Bu tür gazellere yek-avaz denir.

Araplar, gazelin beyitleri arasında anlam birliği omasını savurlarken, Fars-Acem Edebiyatında yek-avaz gazeller daha yaygındır. Divan Edbiyatında ise her iki türden de gazel örnekleri çokça verilmiş ve bu konuda tam bir görüş birliğine varılamamıştır.

Gazel

Zülfü gibi ayagın koymaz öpem nigarın

Yoktur anın yanında bir kılca i'tibarım

Bildi tamam alem kim derd-mend-i aşkım

Ya Rab henüz halim bilmez mi ola yarim

Vaslından ayrı kanım nola dökülse gül gül

Ben gülbün-i hazanem bu fasldır baharım

Tasvir eden vücudum yazmış elimde sagar

Ref' olmaya bu suret yok elde ihtiyarım

Dür istemem zamani mey neş'esin başımdan

Toprag olanda ya Rab derd-i mey et gubarım

Rüsvalarından ol meh sanmaz beni Fuzuli

Divane olmayam mı dünyada yok mu arım (Fuzuli)

4. KASİDE: Kaside, dış görünüş bakımından tıpkı gazele benzer. Beyitle yazılır. Fakat kasidenin gazelden en önemli farkı gazelden daha uzun olmalarıdır. Kaside, genellikle en az 33, en fazla da 99 beyit olarak yazılır. Fakat en çok tutulanı 45-50 beyit uzunlukta olanlardır. Kasidenin de ilk beyitine matla denir ama son beyitine makta yerine tac beyit denir. Ayrıca tac beyitten sonra birkaç beyitlik dua kısmı vardır. Kaside bir şeyi veya kişiyi övmek için yazılır.

Kasidenin giriş bölümüne nesib veya girizgah denir. Fakat bu kısımda sık yapılan bir yanlışı belirtmek gerekir. Nesib ve girizgah iki ayrı bölümdür. Kasidenin amacı medhiye olduğuna göre, şair övmelere geçmeden önce bahar, yaz, ramazan, bayram, cenk, savaş. . vs. gibi konularda onbeş-yirmi beyit yazılır. Bu kısıma nesib denir ve kasideye giriş, bir nevi okuyucuyu ısıtma görevi görür. Nesib bölümü bittikten sonra şair, bir ara beyitle kasidenin medhiye bölümüne atlar. İşte bu basamak görevi gören ara beyite girizgah denir.

Kasidenin giriş bölümünde anlatılan konular çeşitlilik gösterir ve ana olarak iki gruba ayrılır. Bu gruplardan ilki mevsimlere ait konular, ikincisi ise dini bakımdan kutsal sayılan günler, aylar ve beldelere ait olanlardır.

Mevsimlerle ilgili olan konulara ait türler; bahar mevsimini anlatan bahariyeler, kış mevsimi ve kar yağışını anlatan şitaiyeler, yaz mevsimini anlatan sayfiyelerdir. Sonbahar üzerinde pek durulmamıştır.

Kutsal konular ve beldelerle ilgili olan türler ise ramazan ayını anlatan ramazaniyeler, bayram törenlerini anlatan idiyeler, çeşitli beldelere ait bilgiler veren şehrengizlerdir.

Kasidenin nesib ve girizgah bölümünden sonra methiye bölümü gelir. Bu bölümde şair kimi övecekse, tüm övgülerini bu beyitlerde toplar. Şairler, kasidelerde padişah, vezir, şeyhülislam ve çeşitli devlet büyüklerini övdükleri gibi, Peygamberler, dört halife, din büyükleri, Mevlana... vs. gibi şahısları da övebilirler.

Medhiye bölümünden sonra, fahriye bölümü vardır ve bu bölümde şair kendisini över. Şair bu bölümde kendini över, meydana getirdiği eserleriyle kıvançlanır ve eserlerinin bir benzeri bulunmadığını, en iyi şiirleri kendisinin yazdığını söyler. Divan Edebiyatında, çoğu yetkin şairin kendini beğenmesi, kasidelerde bu bölümün uzun olmasını sağlamıştır. Hatta kendini beğenmişliğiyle ünlü Nef'i'nin bazı kasideleri sadece fahriye bölümünden oluşur. Fakat bu noktada bu beğenmişliği olumsuz olarak düşünmememiz gerekir. Söz konusu şairler, kendini kanıtlamış, gerçekten şiirleri benzersiz şairlerdir.

Kasidenin içinde, fahriye bölümünden sonra tegazzül adı verilen bir bölüm de bulunabilir. Tegazzül, kasidenin içindeki gazeldir. Her kasidede olacak diye bir şart yoktur ancak şair kasidesinin gücünü arttırmak için tegazzül bölümünü kullanabilir.

Tac bölümü, kasidenin şairinin mahlasının geçtiği bölümdür. Bu bölümde şair bir fırsatını bulup mahlasına beyitlerin arasında yer verir.

Dua bölümü ise, kasidede methedilen kişiye edilen iyi dualar ve şairin kendi adına yaptığı dualardan oluşur.

Ölüler için yazılan kasideler de vardır. Şairini ölüden bir çıkarı olmayacağı için bu tür methiyeler daha samimi ve içtendir.

Kasideler ölü ve diriler için yazıldığı gibi çeşitli eşya ve hayvanlar için de yazılırdı. Örneğin Nef'i'nin 4. Murad'ın atları için yazdığı kaside.

Kaside, Divan şairlerinin en çok yazdığı türlerden biridir. Bunun nedeni, övülen kişilerden elde edilen kazançlar ve çıkarlardır.

Aşağıdaki Fuzuli'nin kasidesini tüm bölümleriyle bir kaside örneği olarak inceleyebilirsiniz.

Rûh-bahş oldı Mesîhâ-sıfat enfâs-ı bahar

Açdılar dîdelerin hâb-ı ademden ezhâr

Taze cân buldı cihan erdi nebatata hayât

Ellerinde harekât eyleseler serv ü çenâr

Döşedi yine çemen nat'-ı zümürrüd-fâmın

Sîm-i hâm olmış iken ferş-i harîm-i gülzâr

Yine ferrâş-ı sabâ sahn-ı ribât-ı çemene

Geldi bir kafile kondurdı yüki cümle bahar

Leşker-i ebr çemen mülkine akın saldı

Turma yağmada meğer niteki bagi Tatar

Farkına bir nice per takmur altun telli

Hayl-i ezhâra meğer zanbak olupdur serdâr

Dikdi leşgergeh-i ezhâra sanavber tuğırt

Haymeler kurdı yine sahn-ı çemende eşcâr

Döşedi mihr-i felek yolları dîbâlar ile

Etdi teşrîf çemen mülkini sultân-ı bahar

Subhdem velvele-i nevbet-i şâhî mi degül

Savt-ı murgân-ı hoş-elhân u sadâ-yı kûhsâr

Çemen etfâlinün uyhuların uçurdı yine

Subhdem gulgule-i fâhte gülbânk-i hezâr

Dâye-i ebr yine goncelerün şebnemden

Başına akça dizer nite ki etfâl-ı sıgâr

Mevsim-i rezm degüldür dem-i bezm erdi deyu

Sûsenün hançerini tutdı serapa jengâr

Semenün sîne-i sîmînin açup bâd-ı seher

Çözdi gülşende gülün tügmelerin nâhun-ı hâr

Pîrehen berg-i semen gûy-ı girîbân şebnem

Gülsitân oldı bugün bir sanem-i lâle-izâr

Zîb ü fer virmek içün rûy-ı arûs-ı çemene

Yâsemen şâne sabâ mâşita âb ayinedâr

Dürr ü yâkût ile bir nahl-i murassa sandum

Ergavân üzre dökülmüş katarât-ı emtâr

ŞÃ®şe-i çarhda gör bunca rrjurassâ nahli

Nice ârâste kılmış anı sun'-ı Cebbar

Berg-i ezhârı hevâ şöyle çıkardı feleğe

Pür kevâkib görünür günbed-i çarh-ı devvâr

Dem-i İsâ dirilür bûy-ı buhûr-ı Meryem

Açdı zanbak yed-i beyzâyı kef-i Mûsâ-vâr

Zanbakun goncasidur bağa gümüş bâzûbend

Za'ferân ile yazılmış ana hatt-ı tûmâr

Câm-ı zerrini tolu bâde-i gülreng almış

Gül-i ra'nâ seheri kılmak içün def'-i humar

Dehen-i gonca-i ter dürlü letâ'if söyler

Gülüp açılsa aceb mi gül-i rengîn-ruhsâr

Güher-i fursatı aldırma sakın devr-i felek

Sîm ü zerle gözini boyamasun nergis-vâr

Câm-ı mey katreleri sübha-i mercan olsun

Gelünüz zerk u riyadan edelüm istiğfar

Lâle sahrayı bugün kân-ı Bedaşân etdi

Jale gülzâra nisâr eyledi dürr-i şehvâr (Fuzuli)

5. TERKİB-İ BEND: Terkib-i bendler, başlıca iki çeşit konu üzerinde yoğunlaşırlar. Ya şairin kendi felsefi düşüncelerini, toplumun bozuk yönlerini; riyakarlıkları, dalkavuklukları, devlet büyüklerinin kötü yönetimini eler alır, ya da mersiye konularını, yani sevilen kimselerin ölümlerini ele alırlar.

Bend, bölüm demektir. Her bölüm yedi ya da on beyitten meydana gelir. Her bent dış şekil bakımından gazel gibi yazılır. Her biri bu kadar beyitle meydana gelen bendlerin sayısı da yediden on yediye kadar değişir. Fakat bu konuda kesin bir sınır yoktur.

Terkin-i Bendin en büyük üstadı Bağdatlı Ruhi'dir. Bu türde bir çok şairimiz yazsa da hiç biri Bağdatlı Ruhi'nin seviyesine ulaşamışlardır. Tanzimat devrinde Ziya Paşa'da Terkib-i bend konusunda yetkin bir isimdir.

Terkib-i bendlerin hep aynı konuda olması şart değildir. Her bend ayrı bir konudan söz edebilir.

Sanman bizi kim şÃ®re-i engûr ile mestiz

Biz ehli harâbâtdanız mest-i Elest'iz

Ter-dâmen olanlar bizi âlûde sanır lîk

Bizi mâil-i bûs-ı leb-i câm ü kef-i destiz

Sadrın gözedüp neyliyelim bezm-i cihânın

Pây-ı hum-ı meydir yerimiz bâde-perestiz

Mâil değiliz kimsenin âzârına ammâ

Hâtır-şirken-i zâhid-i peymane-şikestiz

Erbâb-ı garaz bizden irâğ olduğu yeğdir

Düşmez yere zîrâ okumuz sâhib-i şastız

Bu âlem-i fânîde ne mîr ü ne gedâyız

Âlâlara âlâlanırız pest ile pestiz

Hem-kâse-i erbâb-ı diliz arbedemiz yok

Meyhânedeyiz gerçi velî aşk ile mestiz

Biz mest-i mey-i meygede-i âlem-i cânız

Ser-halka-i cem'iyyet-i peymâne-keşânız (Bağdatlı Ruhi)

6. TERCİ-İ BEND: Şekil bakımından Terkib-i Bend'e benzer. Fakat bendler arasındaki geçiş beyiti değiştirilmeden yinelenir. Yani bütün bendler arasındaki bağlantı, aynı beyitle yapılır. onlarca beyitin tek bir aynı beyitle bağlanabilmesi için diğer beyitlerinde bu bağlantı beyitiyle aynı konuda olması gerekir. Bunu sağlamak oldukça güçtür. Bu güçlük dolayısıyla Terci-i Bend yazmaya her şair girişmezdi.

Düşüp dâm-ı hevâya hasret-i gül-zâr kaldım ben

Gidip nefcM Mesîhâ-veş sabâ bîmâr kaldım 'ben

Gül-d ümmîd "soldu mübtelâ-yı hâr kaldım ben

Bu gül-şen külhan oldu çeşmime nâ-çâr kaldıım ben

Şarâb-ı ye'se düştüm teşnen dîdâr kaldım ben

Başımdan aştı şeylLâbı keder bîzâr kaldım ben

Belâ ımevc-âver-d girdaba hayret nâ-hudâ nâ-bûd

Adem sahillerin tutta dirìga bang-i nâ-mevcûd (Şeyh Galip)

7. MERSİYE: Mersiye, ölenlerin arkasından yazılan şiirlere denir. Her beyiti birbiriyle bağlıdır. Din büyükleri için yazılan mersiyeler olduğu gibi, din dışı kişiler için de mersiyeler yazılmıştır. Mersiye, Halk Edebiyatındaki ağıt türünün karşılığıdır.

Yazılış şekli gazel şeklindedir. bend bend yazılan mersiyenin her bir bendi ayrı bir feryadın kümesidir. Fuzuli'nin Kerbela Mersiyesi, Baki'nin Kanuni Mersiyesi bu türün ünü örnekleridir. Mersiyeler aruzun mefûlü fâilâtü mefâilü fâilün kalıbından başka kalıpla yazılamaz.

Aşağıda bu türün en ünlü örneklerinden olan Fuzuli'nin Kerbela Mersiyesine göz atalım;

Muharrem ayı oldu şafaktan çıkıp hilal

Al renkli gözyaşına batmış iki büklüm olup

Mustafa'nın evladına meded kılmamış Fırat

Geçirmesin mi yerlere onu bu isyan

Çoktur Kerbela Şah'ının elem hikayesi

Elbette çok anlatılır hüznün sebebi

Eğer anlarsan, şehidlerin gamını anlatmak için

Her çimen Kerbela'da çıkarmıştır hal dili

Şehidlerin matemini yeniledi zaman

İnle ağla ey gönül bugün buldukça zaman

Feleğin meydanını ah dumanına mekan yap

Alçak feleğe siyah matem elbisesi yap

Muharrem ayı oldu sevinç haramdır

Matem bugün dine bir saygıdır ihtiramdır

Şehitlerin matemini tazelemek faydasız yersiz değil

Zamanın gafletli sarayında herkese uyarıdır

Kerbela kavgasının haberini kolay sanma ki

Zamanın vefa eksikliğine tam bir delildir burhandır

Her gözyaşı incisi ki saçılır Âli anarken

Bri yüce makamlı göğün ülkeridir yıldızıdır

Her ah sesi ki çekilir Eh-i Beyt için

Darüsselam cennetinin kapısına ahahtardır

Şad olmasın bu vakadan şad olan gönül

Bir an hüzün ve gamdan azad olan gönül

Âl-i Abâ'nın katline tedbir kıldın ey felek

Yanlış fikir kusurlu hayal kıldın ey felek

Hadise bulutlarının şimşeğinden kılıç çekip

Bri bir şehidlere çaldın ey felek

Masumluk haremine hürmet gerekirken

Ayaksız başsız hasmı çiğnedin ey felek

Kerbela çölünde olan susuz dudaklara

Bela selini salya gibi saldın ey felek

Dinin kadrini incitmekten endişe duymayıp

Mustafa'nın evladına cefa kıldın ey felek

Bir merhamet kılmadın ciğeri kan olanlara

Gurbette rüzgarı perişan olanlara

Basınca Kerbela'ya ayak Şah-ı Kerbela

Öfke okuna nişan oldu Şah-ı Kerbela

Düşman okuna başka siper görmeyip reva

Açmıştı cana elem yarası Şah-ı Kerbela

Düşmana karşı çekerken ordu saflarını

Kılmıştı ah sesini alem Şah-ı Kerbela

Görenlerin ateş dolu gönüllerinin dumanından

Eylemişti haremine perdedar Şah-ı Kerbela

Oldukça ömrü gönül huzuru görmeyip bir an

Olmuş daima gamın dostu Şah-ı Kerbela

Ey Şah-ı Kerbela ne reva bunca gam sana

Bitmeyen dert ve tükenmeyen elem sana

Ey kerbela elemini çeken Hüseyn

Vay kerbela belalarını çeken Hüseyn

Gam parça parça bağrını yaktı ateşli yarayla

Ey Âl-i Abâ bahçesinin lalesi Hüseyn

Cefa kılıcıyla bedenin oldu parça parça

Ey cefa kılıçları bitirmiş bahçe Hüseyn

Yaktı vücudunu zamanın karanlık sarayında gam

Ey Tanrı huzuru meclisinin mumu Hüseyn

Feleğin dönüşü içirdi sana kana kana kan

Ey bela şimşeğinin ateşine susuz Hüseyn

Yad et Fuzuli Âli Abâ'nın halini eyle ah

Ki günah harmanı yakılır ah şimşeği ile (Fuzuli)

8. MESNEVİ: Mesnevi, beyitlerle yazılan bir türdür. Beyit sayısı sınırsızdır. Her beyit kendi arasında kafiyelenir. Yani; aa/bb/cc/xx.... gibi. Bu durum sayısız beyit yazmayı kolaylaştırır.

Mesnevi, hikaye, masal, öğüt gibi uzun konuları yazmakta kullanılır. Yani nesirin etkin olmadığı bir dönemde roman hikaye gibi ihtiyacı mesnevi karşılamıştır. Bu konuda en ünlü eser Fuzuli'nin Leyla ile Mecnun Mesnevisidir. Ayrıca Mevlana'nın Mesnevi'si de önemlidir.

Mesnevinin diğer bir önemli yanı da Divan edebiyatının soyutluğundan ayrılıp, somuta yönelmiş olmasıdır. Mesnevilerin konusu daha yaşamsal, daha nesneldir. Konuları bakımından mesneviler çeşitlere ayrılırlar;

*Cenk Mesnevileri

*Aşk hikayesi mesnevileri

*Dini ve tasavvufi mesneviler

*Ahlaki ve didaktik mesneviler

*ŞEhrengiz mesnevileri

9. TEVHİD VE MÜNACAT: Tevhid, Allah'ın büyüklüğünü anlatan şiirlere denir. Münacat ise, Allah'a karşı yakarış şiirleridir. Bu türlü şiirler, kutsallık taşıması bakımından Divanların baş kısmına konulurdu. Büyük mesnevilerin de baş kısımlarında bu türler görülür. Aşağıdaki örnek, Şinasi'nin yazdığı ve bu alanda en iyi örnek kabul edilen Münacattır.

Hak-Teâlâ azamet âleminin pâdişehi

Lâ-mekândır olamaz devletinin taht-gehi

Hâsdır Zât-ı İlâhîsine mülk-i ezelî

Bî-hudûd anda olan kevkebe-i lem-yezelî

Eser-i hikmetidir yerle göğün bünyâdı

Dolu boş cümle yed-i kudretinin îcâdı

İzzet ü şânını takdîs kılar cümle melek

Eğilir secde eder pîş-i celâlinde felek

Emri vech üzre yer eyler gece gündüz hareket

Değişir tâzelenir mevsim-i feyz ü bereket

Pertev-i rahmetinin lem’asıdır ayla güneş

Tâb-ı hışmından alır alsa cehennem âteş

Şerer-i heybet-i ulviyyesidir yıldızlar

Anların şu’lesi gök kubbesini yaldızlar

Kimi sâbit kimi seyyâr be-takdir-i Kadîr

Tanrı’nın varlığına her biri bürhân-ı münîr

Varlığın bilme ne hâcet küre-i âlem ile

Yeter isbâtına halk ettiği bir zerre bile

Göremez zâtını mahlûkunun âdî nazarı

Hisseder nûrunu ammâ ki basîret basarı

Vahdet-i zâtına aklımca şahâdet lâzım

Cân ü gönlümde münâcât ü ibâdet lâzım

Neş’e-i şevk ile âyâtına tapmak dilerim

Anla var Hâlik’ıma gayri ne yapmak dilerim

Ey Şinâsî içimi havf-ı İlâhî dağlar

Sûretim gerçi güler kalb gözüm kan ağlar (Şinasi)

10. NAAT: Naat, Hz. Muhammed'i övmek için yazılan şiirlerdir. Peygamberimizi öven, yücelten mesnevi kısımları hep naattır. Hatta Süleyman Çelebi'nin ünlü Mevlid'indeki mirac bölümü de naattan başka bişey değildir. Aşağıda örneği görülen Fuzuli'nin Su Kasidesi, bu türün en iyi örneğidir.

Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su

Kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çâre su

(Ey göz! Gönlümdeki (içimdeki) ateşlere göz yaşımdan

su saçma ki, bu kadar (çok) tutuşan ateşlere su fayda

vermez. )

Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem

Yâ muhît olmış gözümden günbed-i devvâra su

(Şu dönen gök kubbenin rengi su rengi midir; yoksa

gözümden akan sular, göz yaşları mı şu dönen gök

kubbeyi kaplamıştır, bilemem. . )

Zevk-ı tîğundan aceb yoh olsa gönlüm çâk çâk

Kim mürûr ilen bırağur rahneler dîvâra su

(Senin kılıca benzeyen keskin bakışlarının zevkinden

benim gönlüm parça parça olsa buna şaşılmaz. Nitekim

akarsu da zamanla duvarda, yarlarda yarıklar meydana

getirir. )

Vehm ilen söyler dil-i mecrûh peykânun sözin

İhtiyât ilen içer her kimde olsa yara su

(Yarası olanın suyu ihtiyatla içmesi gibi, benim

yaralı gönlüm de senin ok temrenine, ok ucuna benzeyen

kirpiklerinin sözünü korka korka söyler. )

Suya virsün bâğ-bân gül-zârı zahmet çekmesün

Bir gül açılmaz yüzün tek virse min gül-zâra su

(Bahçıvan gül bahçesini sele versin (su ile

mahvetsin), boşuna yorulmasın; çünkü bin gül bahçesine

su verse de senin yüzün gibi bir gül açılmaz. )

Ohşadabilmez gubârını muharrir hattuna

Hâme tek bahmahdan inse gözlerine kara su

(Hattatın beyaz kâğıda bakmaktan, kalem gibi,

gözlerine kara su inse (kör olsa, kör oluncaya kadar

uğraşsa yine de) gubârî (yazı)sını, senin yüzündeki

tüylere benzetemez. )

(Yukarıdaki örnek su kasidesinin yalnızca bir parçasıdır. )

11. MİRACİYE: Hz. Muhammed'in miracı hakkında yazılmış şiirlerdir. Mirac kelime anlamı olarak merdiven demektir fakat olay olarak Hz. Muhamed'in Allah'ın huzuruna çıkmasıdır. Bu olay çeşitli devirlerde birçok islam aliminin ve şairin aklını kurcalamış ve bu konu hakkında miraciye yazmalarına neden olmuştur.

12. HİCVİYE: Methiyenin tersine birini yermek, alay etmek için yazılan şiirlere denir. Hicviyede, methiyenin tersine gerçeğe dayanma şartı yoktur. Bir kimseyi küçük düşürmek için onun kötü ve alaya alınabilen taraflarının olması şartı aranmaz. Şair istedikten sonra, istediği kadar, ele aldığı kişi hakkında alaylı ifadeler kullanır onu yerden yere çarpabilir. Bu böyle olduğu gibi, şair daha önce övdüğü bir kimseyi sonradan istediği kadar yerebilir. Nitekim Divan Edebiyatının hiciv ustası Nef'i, dönemin sadrazamı Bayram Paşa'yı önce övmüş fakat daha sonra çok ağır bir şekilde hicvetmiştir.

Hicviyeler, çoğu zaman hicviyeyi yazan şairin başına dert olmuşlardır. Yazdığı hicviye yüzünden sürgüne gönderilenler, maaşı kesilenler, ceza olarak toprakları, malları elinden alınanlar ve hatta idam edilenlr vardır. Nitekim Nef'i'nin ölümü de Bayram Paşa'ya yazdığı hicviye yüzünden olmuştur.

Hicviyelerde çoğu zaman terkib-i bend şekli kullanılmıştır. Nef'i'nin Siham-ı Kaza adlı eseri, çeşitli sadrazamlar ve devlet adamlarına yazılan hicviyelerden oluşmuştur ve türünün en ünlü örneğidir.

13. TEHZİL: Tehzil, hicviyenin daha kibar ve nazik şeklidir. Hicviye, bir kimseyi ya da bir şeyi daha kaba saba bir dille, sövüp sayarak ve argo kelimeler kullanarak yererken, tehzil ise daha nazik ve kibar bir dille nezaket çerçevesi içinde yerer.

Tehzil, bir konuya ya gülünç bir karakter verilerek, ya da ciddi bir şiiri mizaha çevrilerek yazılır. Hicviye ve Tehzil Divan Edebiyatında oldukça sık yer tutar. Aşağıda Nabi'nin ciddi normal bir şiirine Havayi'nin yaptığı tehzil örneği görülür,

Nabi'nin şiiri;

Derd-i serden âzad olur ol taife kim

Bâde nûş eyleyecek yerde gülâb isterler

Sen hemân dildeki nakş-ı hevesi mahv eyle

Senden ey hâce ne defter ne kitab isterler

Havayi'nin Tehzili;

Sancıdan kışta nice kurtulur ol taife kim

Çorba nûş eyleyecek yerde hoşaf isterler

Sen hemân kışta çarıksız koma şakirdleri

Senden ey usta ne kalçın ne çorab isterler

14. MÜSTEZAT: Divan Edebiyatında Müstezat özel bir önem taşımaktadır. Müstezat, bir manzumenin beyit mısralarının aralarına kısa mısralar eklemek suretiyle yapılır. Müstezat, "artık mısra" demektir. Müstezatta uzun mısralar, hiç değişmeyen mefûlü/mefâîlü/mefâîlü/feûlün veziniyle yazılır. Artık mısralar ise bu ölçünün ilk ve son kalıplarıyla yapılır. Yani müstezat kalıbı, asıl ölçünün ilk ve son kalıplarının birleşiminden oluşur.

Ölçü, kalıpların hiç değişmemesi yüzünden Divan Edebiyatının bu nazım şekline klasik müstezat denir. Klasik müstezatta beyitler, uzun mısralar arasındadır. Klasik müstezat şekli Tevfik Fikret'le birlikte değişime uğramıştır. Bunlara da serbest müstezat denmiştir.

Çehre-i zîbâsı anun gülşen-i cândur

Halk-ı cihâna

Mâ’î ridâsı sanasın âb-ı revândur

Bâğ-ı cinâna

Mutrib-ı devrân ile cânânun elinden

Nây gibi ben

Nâle vü feryâd iderin hayli zamândur

Kevn ü mekâna

Cevr ider ol yâr bana hey meded Allah

Neyleyeyin âh

Kime şikâyet ideyin şâh-ı clhândur

Devr-i zamana

Bağrumı hûn itdi benüm firkat-i cânân

Mihnet-i hicran

Sevgüli yâr ayrılığı ne yamandur

Âşık olana

Nâz ile Yahya kulınun gönlini aldı

Odlara saldı

Kûyına varup garazum âh u figândur

Olsa bahane

(Yahya Bey)

15. KIT'A: Kıt'a sanıldığı gibi dörtlükten oluşmaz; alt alta sıralanmış iki beyitten oluşur. Bir kıt'a iki beyitten fazla olamaz. Fakat gazel yazmada en güç şey matla bulmak olduğu için, matla bulamayan şairler beş veya daha fazla beyitle meydana getirdikleri matlasız gazelleri kıt'aya çevirmişlerdir. Fakat bu durumun kıt'a konusunda iki beyitlik şartı bozmayacağını unutmamak gerekir. Mesela şairler matlasız gazellerini, kaç beyit yazdılarsa beyit sayısına göre iki-üç kıt'a şeklinde divanlarına koymuşlardır.

Kalem olsun eli ol kâtib-i bed-tahririn

Ki fesâdı rakamı sûrumuzu şÃ»r eyler

Gah bir harf sukutiyle eder nadiri nâr

Gah bir nokta kusûriyle gözü kör eyler

(Fuzuli)

Dost bağından belalı bülbüle bir gül yeter

Gözlerim kan ağlasın tek yüzüme bir gül yeter

Gerçi söz bağında çok nev-ruz olur güller biter

Bir gül-istandan nişan vermeğe birkaç gül yeter

(Ahmed Paşa)

16. MUSAMMAT: İç kafiyeye sahip Gazel ve kasidelere musammat denir. Bu türlerin mısraları ölçü gereği iki kısma ayrılır. Böylece her beyitte dört bölüm oluşmuş olur. Bazı şairler, beyitin birinci mısrasındaki iki bölümle, ikinci mısranın birinci bölümünü yani beyitin dört bölümünün ilk üçünü birbirleriyle kafiyeli yazarlar. Musammatın ne olduğunu anlamak için aşağıdaki örnek incelenmelir;

Dolsun yine peymâneler / olsun tehî humhâneler

Raks eylesin mestâneler / mutribler gittikçe negam

Nef’î

B. DÖRTLÜKLERLE YAZILAN TÜRLER:

1. MISRA: Mısra, ölçülü tek satırlık nazımdır. Aynı ölçüde yazılan başka bir mısra ile birleştirilirse beyit elde edilir. Divan Edebiyatı şairleri, yarım kalmış beyitlerini divanlarına mısralar olarak almışlardır. Yine Divan Edebiyatı şairleri bu hiç bir manzumeye bağlı olnmayan tek mısralara azade mısra demişlerdir. Aşağıdaki örnek Muallim Naci'nin bir mısra örneğidir;

Mudhîkat-ı dehre ben ölsem de tasvirim güler. (Bu mısrayı kendi resminin altına yazmıştır)

Azade mısra, çok sağlam ve çok hoş bir anlama geliyorsa, bu mısraya berceste mısra denmiştir.

2. RUBAİ: Dört mısralık ve özel ölçüsü olan küçük bir dörtlüktür. Rubainin uyak düzeni; aaxa şeklindedir. Rubai, Fars Edebiyatına ait bir türdür. Onlardan bizim edebiyatımıza geçmiştir. Fakat bazı araştırmacılara göre rubainin Türk edebiyatına ait bir nazım türü olduğunu, bizden Fars ve Arap edebiyatıa geçtiği varsayılır.

Rubai, şairin duygu ve düşüncesini, belli bir felsefi anlayışını bir incelik içinde ve sağlam şekilde ifade ettiği bir türdür. Rubainin en büyük üstadı Ömer Hayyam olarak kabul edilir. Aşağıda Ömer Hayyam'a ait birkaç rubai örneği incelenebilir;

Ey özünün sırlarına akıl ermeyen;

Yüce Tanrı'dan umut kesmiş değilim;

Bugün sarhoş ve harap ölsem de yarın

Rahmete kavuşur elbet kemiklerim.

***

Büyükse de isyanım, kötülüklerim,

Suçumuza, duamıza önem vermeyen;

Günahtan sarhoştum, ama dilekten ayık;

Umudumu rahmetine bağlamışım ben.

***

Kimi dinde imanda buldu yolu

Kimi akıl, bilim yolunu tuttu.

Derken ses geldi karanlıklardan:

Gafiller! Doğru yol ne odur, ne bu!

3. TUYUÄž: Rubaiye benzeyen bir türdür. Fakat ölçü bakımından büyük bir farkla ayrılır. Tuyuğ, Türk Edebiyatına özgü ve kendine has ezgisi olan bir türdür. uyak düzeni aaxa şeklindedir.

Özünü eşşeyh gören serdâr olur

Enelhak davâ kılan berdâr olur

Er oldur, Hak yoluna baş oynaya

Döşekte ölen yiğit murdâr olur

(Kadı Burhaneddin)

4. MURABBA: Halk Edebiyatı etkisiyle oluşmuş bir türdür. dörder mısralık bölümlerle yazılır. ilk dörtlüğün tüm mısraları birbiriyle uyaklıdır. ondan sonraki dörtlükler ise aaax/bbbc şeklinde kafiyelenir.

Bazı murabbalarda dördüncü mısra her dörtlükte tekrar edilir. Böyle murabbalara tekerrürlü murabba denir.

Gül yüzünde göreli zülf-ü semen say gönül

Kuru sevdada yiler bi-ser-ü bi pay gönül

Demedim mi sana dolaşma ana hay gönül

Vay gönül vay bu gönül vay gönül ey vay gönül

Çin-i zülfünden umar nafe-i hoş buy murad

Bu heva yoluna yıllarla yiler niteki bad

Ol dahi sencileyin etmedi ben hastayı yad

Vay gönül vay bu gönül vay gönül ey vay gönül

Feleğin nuş ederem nişini sagarlar ile

Doğradı har-ı cefa bağrumu hançerler ile

Baş koşam demez idim ben dahi dilberler ile

Vay gönül vay bu gönül vay gönül ey vay gönül

Yarun itten çok uyar ardına ağyar dıriğ

Bize yar olmadı ol şuh-u sitemkar dıriğ

Kıldı bir dilber-i hercayiyi dildar dıriğ

Vay gönül vay bu gönül vay gönül ey vay gönül

Bizi hak etti heva yoluna sevda nidelüm

Pay-mal eyledi ol zülf-ü semen-sa nidelüm

Kul edinmezdi güzeller bizi illa nidelüm

Vay gönül vay bu gönül vay gönül ey vay gönül

Dest kütahıma baş eğmedi ol zülf-ü dıraz

Ki oldu şeker lebüne tuti-i dil mahrem-i raz

Vaz geldüm eğer bu gönlüm gelse dahi vaz

Vay gönül vay bu gönül vay gönül ey vay gönül

Dil dilerken yüzünün vaslını candan daha yiğ

Bir demin görür iken iki cihandan daha yiğ

Akdı bir serve dahi ab-ı revandan daha yiğ

Vay gönül vay bu gönül vay gönül ey vay gönül

Ben demezdim ki heva yoluna serbaz gelem

Ney-i aşk ile gamın çengine demsaz gelem

Der idüm aşk kopuzun işiderek vaz gelem

Vay gönül vay bu gönül vay gönül ey vay gönül

Ahmedem kim okunur namum ile name-i aşk

Germdir sözlerimin suzi ile hengame-i aşk

Dil elinden biçilipdür boynuma came-i aşk

Vay gönül vay bu gönül vay gönül ey vay gönül

(Ahmet Paşa)

5. ŞARKI: Murabbaya çok benzer. Aşka ve güzelliğe dair yazılan şarkının birinci dörtlüğündeki dizeler birbirleriyle kafiyelidir. Şarkının temel bir mısrası her dörtlük sonunda tekrar edilir. Bu kısımlara nakarat adı verilir. Şarkılar bestelenmek için yazılmıştır ve Türk musikisi için önemli bir yer tutan türdür. Nedim bu türün en usta şairidir.

Kimlerüñ çeşmine ol sîne bu şeb nûr oldı

Nereye gitdi o her-câyî o meh-pâre 'aceb

Kimlerüñ yâresine merhem-i kâfûr oldı

Kandedür kande o zâlim o sitem-kâre 'aceb

Meclis-i Cem kurulaldan olagelmiş elbet

Câmdan sonra birer bûse verilmek âdet

Bari sen ey nigeh-i hasret edip bir cür'et

Şunı bir söylesen olmaz mı kadeh-kâre acep?

Varup ol derd-şinas-ı dil ü cânı görsem

Hâk-i pâyine Nedîmâ yine yüzler sürsem

Gizlice arasam ağzın lebin emsem sorsam

Hiç bir çâre bilür mi dil-i bîmâre aceb

(Nedim)

6. MUHAMMES: her bölümü beş mısralı olan bir türdür. İlk beşlikteki temel kafiye, murabba ve şarkıdaki gibi her beşliğin sonunda tekrar eder.

Muhammesde dördüncü mısra yinelenmez de sadece beşinci mısra yinelenirse her beşliğin ilk dört mısrası kendi içinde kafiyelenir.

Gül hazin, sümbül perişan, bağzarın şevki yok

Derd-nâk olmuş hezâr-ı nağmekârın şevki yok

Ah eder, inler nesim-i bîkararın şevki yok

Başka bir haletle çağlar, cûybârın şevki yok

Geldi amma neyleyim, sensiz baharın şevki yok

Farkı yoktur giryeden rûy-ı çemende jâlenin

Hûn-ı hasretle dolar câm-ı safâsı lâlenin

Meh bile zücretle âğûşunda ağlar hâlenin

Gönlüme tesîri olmaz âteş-i seyyâlenin

Geldi amma neyleyim, sensiz baharın şevki yok

Ruha verdikçe peyâm-ı hasretin her sehâb

Cana geldikçe temâşâ-yı ufuktan pîç ü tâb

İhtizaz eyler çemen izhâr eder bin ıztırâb

Hem tabiat münfail hecrinle hem gönlüm harâb

Geldi amma neyleyim, sensiz baharın şevki yok

(Recâizâde Mahmut Ekrem)

7. TAHMİS: Başkasının yazdığı bir gazelin, her bir beyitinin üstüne üçer mısra daha ekleyerek yazılan bir türdür. Buna beşleme de denir.

Başkasının gazeline bu şekilde tahmis yazmak önceden gazelin asıl şairine karşı bir saygı gösterisi olarak kabul edilirdi.

Tahmis yazmanın pek kolay olmadığı açıktır. Çünkü eklenen üç mısrayı gazelin beyitlerine anlamca ve ölçü olarak uydurmak çok zordur.

Biliyoruz ki gazelin matla beyitinden sonraki beyitlerinin birinci mısralarının uyakları boştadır. Tahmis yapılırken, her beyite eklenecek üç mısranın kafiyeleri, her beyitin boşta olan kafiyeli mısrası ile kafiyeli olmasına dikkat edilir.

Rengi yâkut, lemsi âteş gonce femler görmüşüz

Yâre dert, ağyâre dermân çok sanemler görmüşüz

Mest olur yâdıyla yârân, özge demler görmüşüz

Hayli şeb encümden efzûn câm-ı Cemler görmüşüz

Bezm-i Cemden sonra subh-i muhteşemler görmüşüz

Seyrederken gül görüp gülşende lâl olmuş hezâr

Besteler nakletti hûblar meclisinden rûzigâr

Teşnedir bir lâhza ayrılmaz çemenden cûy-i bâr

Hüsn ü Aşk iklîminin feyziyle sermest-i bahâr

Reng ü bûy eksilmeyen bâğ-ı İremler görmüşüz

Binde birdir tâ gönülden yâr için zâr eyleyen

Kendisin inkâr eder hep aşkı inkâr eyleyen

Ehl-i dil olmak gerekdir meyl-i dildâr eyleyen

Meyle Hâfız, neyle Mevlânâ’yı tezkâr eyleyen

Pür-terennüm kişver-i Rûm ü Acemler görmüşüz

Duymuşuz gurbette sensiz canhırâş feryâdlar

Çâresizlikden içip berbâd olan âbâdlar

Zâhiren şen, bâtınen âh eyleyen nâ-şâdlar

ŞÃ»h ŞÃ®rinler yüzünden dağ delen Ferhâdlar

Aslıhanlardan yanan âşık Keremler görmüşüz

Gül niyaz eylerse âşık andelîb olmaz mı lâl

Keşf-i esrâr eylemek ey dil mehabbetsiz muhâl

Aşkı anlatmazsa Öksüz, bunca tahmîs kîl ü kâl

Zikre lâyık bahsi ancak zevkıdır ömrün Kemâl

Gerçi tâli’den nihâyetsiz sitemler görmüşüz

Yukarıdaki şiirdeki beşliklerin son iki mısralarından oluşan gazel Yahya Kemâl'e, bu gazele eklenip beyitleri beşlik yapan diğer üçer mısralar da Veysel Öksüz'e aittir.

8. TAŞTİR: Bu tür de başka bir beşlemedir. Aslında bu tür tahmisin bir çeşitidir. Taştir, bir gazelin her beyitinin iki mısrası arasına üçer mısra eklenmesiyle oluşur. Yani bir taştir de beşliklerin birinci ve beşinci mısaları asıl gazeli oluşturur.

9. MÜSEDDES: Her bölümü altışar mısradan oluşan türdür. Eğer beşinci ve altıncı mısralar diğer kısımlarda da yinelenirse buna tekerrürlü müseddes denir. Yani müseddes kısaca "altılık"dır. uyak düzeni; aaaaxc/bbbbxc/ddddxc.... dir.

10. MÜSEMMEN: Kısaca sekizliktir. Her bölümü sekizer mısradan meydana gelir. Edebiyatımızda çok kullanılmamıştır. Kafiye düzeni; aaaaaabb/ccccccdd.... dır.

11. MUAŞŞER: Her bendi onar mısradan oluşuan türdür. Müsemmen gibi bu tür de fazla kulanılmamıştır.

Bu arada belirtmek gerekir ki 7 ve 9'ar mısralık türler Divan Edebiyatında hiç kullanılmamıştır.

Kategoriler:

Yapılan Yorumlar

Henüz kimse yorum yapmamış.

Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.

Yorum Yapın

Güvenlik Kodu
Coğafya Tarih Sitesi Matematik Sorusu Türkçe Sitesi