Bağışıklık bilimi (İmmünoloji) tıbbın bir alt dalı olmasıyla birlikte, bağışıklık olaylarını bu vakaların ortaya çıkış biçimlerini ve evrelerini, mekanizmalarını, farklı organizmaların bağışık sistemlerini ve netice itibariyle elde edilecek önleyici - tedavi edici sonuçları araştıran bir biyoloji bölümüdür. Alanın gelişmesi ve ilerlemesinin temelleri mikrobiyolojinin ortaya çıkışıyla atılmıştır.
Louis Pasteur'ün 1879 yılında zayıflatılmış basili kültürleriyle bir Şarbon aşısı hazırlaması ve bu aşıyı koyunlar üzerinde 15 arayla 2 defa denemesi ile hayvanların güçlü bir bağışıklık kazanmasına olanak sağlanması. 1880 yılında yine Pasteur tarafından Tavuk Kolerası etkeninin izole edilerek aşının geliştirilmesi. 1883'de insanları ve hayvanları etkileyebilen gram pozitif, hareketsiz, kapsülsüz, sporsuz çomak şekilli olan Domuz Kızılı hastalığının aşısının kullanımı ve 1884 yılında bir köpek tarafından ısırılan Joseph Meister isimli çocuğun üzerinde denenen kuduz aşısının olumlu etkisi bağışıklık biliminin mikrobiyoloji ile ilk ortaya çıkış dönemleridir. Bu örneklerle başlangıçta hem insanların hemde hayvanların bulaşıcı hastalıklara ve çeşitli organizmalara karşı korunmak için bağışıklık sistemleri ele alınmıştır.
Biraz daha ilerleyen zamanlarda Emil Adolf Von Behring , Japon bilim adamı Şibasa Buro Kitasato ve Alman bilgin Paul Ehrlich 1890 ve 1891 yıllarında tetanoz aşısının hayvanlar üzerinde bağışıklık kazandırdığını tespit ettiler ve buna mukabil aynı yöntemleri kullanarak difteri hastalığı ile ilgili uygulamalarda ilerleme kat ettiler. Onların bu deneyleri ve tedavi yöntemlerini kullanmaktaki amaçları bakteri toksinlerinin sebep olduğu bulaşıcı hastalıkları serum ile tedavi edebilmek içindi ancak tıpkı onlar gibi çok büyük ilerleme kat etmiş bir kişi daha vardı o da Rus asıllı mikrobiyolog İlya Meçnikov'du. 1882 yılında fagosit hücreleriyle fagositozun evrelerini açıklayarak hücrelerin oluşturduğu bağışıklığı fark etti. 1903 yılında ise iki bilim adamı A. E. Wright ve Dougles antikorlarla komplemanın antijen taneciklerine tutunarak fagositozo hızlandırdığını gözlemlediler. Yani bağışıklık sisteminin bir türü olan canlıların yaşamı boyunca ilerleme ile değişmeyen ve uyum sağlamayan doğuştan gelen bağışıklık sistemini fark ettiler ve böylece kazanılmış bağışıklık sistemi ile birlikte işleyişini anladılar. Elde ettikleri verileri de birleştirince öğrendiler ki antikorlar antijenler üzerinde bazı değişikliklere sebep olup bunların kan ve dokulardaki beyaz hücreler tarafından çevrelenmesini sağlıyordu.
1906 yılında ise başka bir bilim adamı olan Von Pirquet bağışık sistemlerinin kimi zaman bir takım rahatsızlıklara yol açabileceğini ortaya koydu. Bazı durumlarda antijenler organizmalarla bir araya gelerek umulmadık sonuçlar ortaya çıkarıyordu. Von Pirquet oluşan bu garip tepkimeye ‘'aşırı duyarlılık'' ismini verdi. Pirquet'in aşırı duyarlı olmak terimi günümüzde ‘'alerji olmak'' tabiri ile ifade edilmektedir.
Bağışıklık bilimi doğduğu günden şu ana dek sürekli gelişim ve ilerleme sürecindedir çünkü ilgi alanının geniş olması itibariyle bu bilim kavramı her geçen gün diğer tıp alanlarında da yardım alınan bir bölüm olmuştur. Çok iyi bilinmelidir ki bağışıklık bilimi sadece yeryüzündeki çeşitli hastalıklara sebep olan mikroorganizmalarla ve bu organizmalara karşı mücadele veren bağışık sistemlerinin yapı ve işleyişiyle ilgilenmez. Canlı vücutlarında meydana gelen her olumsuz tepkime bu bilim alanının bir görev alanıdır. Örnek olarak kandaki alyuvarların taşıdığı antijenler yüzünden bazı kan nakilleri sırasında bir takım uyuşmazlıklar ortaya çıkabilmektedir. İşte bağışıklık bilimi bir bilim adamı olan Landsteiner sayesinde uyuşmazlığı tespit etmiş ve bu zor duruma karşı ortaya konabilecek çözümü 1900 yılından beri insanlığın hizmetine sunmuştur.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.