İnsan, evcil havyan ve bitler üzerinde sağlın hastalık yaratarak, onlara zarar vermek amacıyla, maksatlı olarak kullanılan bakteri veya virüs gibi maddeler, biyolojik silah olarak adlandırılmaktadır. Bu tanım genellikle biyolojik olarak oluşan toksin ve zehirleri de kapsamaktadır. Yani biyolojik silahlar hem canlı mikroorganizmaları (bakteriler, virüsler ve mantarlar), hem de mikroorganizmalar, bitkiler veya hayvanlarca üretilen toksinleri (kimyasal maddeleri) içermektedir. Bir bölümü yüksek derecede öldürücü olan bu virüsler, kendilerini kopyalattıran yapıları ile bulaşıcı hale gelmektedir. .
Biyoterörizm ise mikrop, bakteri veya virüs gibi biyolojik virüslerin ideolojik, politik veya bireysel amaçlarla, kişiler, gruplar ve hatta devletler tarafından açık ve gizli yöntemlerle kullanılmasıdır.
Dünya sağlık örgütünün 1970 yılında yaptığı bir çalışmaya göre, 29 değişik mikroorganizma (15 virüs, 11 bakteri, 2 parazit ve 1 mantar) biyolojik silah olarak kullanılma özelliğine sahiptir. Aslında bu sınıflama kesin olmayıp, rakamlar BM. NATO ve CDC (centers for Disease Control) gibi kuruluşlara göre değişiklik arz edebilmektedir. Biyolojik silah olarak değerlendirilen bu mikroplar arasında en büyük tehdit olarak antrax (şarbon), smallbox(çiçek), veba ve botulinum gibi mikroorganizmalar üzerinde durulmaktadır. Bu kapsamda ABD savunma bakanlığı, 1996 yılında antrax, orduyu tehdit eden bir numaralı biyolojik silah olarak ilan etmiş ve etkin bir mücadele için gerekli faaliyetleri başlatmıştır .
Biyolojik silahların, insanlık aleyhine yarattığı tehlikenin ciddiyetine birinci dünya savaşı sırasında varılmış ve bu dönemden sonra biyolojik mikroorganizmaların üretiminin ve kullanımımın yasaklanmasına ilişkin uluslar arası çalışmalara başlanmıştır. Bu alanda ilk başarılı uluslar arası girişim, 1925 yılında imzalanan Cenevre protokolü'dür. Anılan protokol, solunum yoluyla alınan zehir ve diğer gazlar ile biyolojik silahların savaşlarda kullanılmasını önlemeyi öngörmektedir. Bu protokol, 2001 yılı itibarıyla 132 ülke tarafından onaylanmış durumdadır.
İkinci önemli adım ise 1972 yılında imzalanmış olan Biyolojik Silahlar Sözleşmesi'dir. Biyolojik silahların geliştirilmesi, üretilmesi ve saklanmasının önlenmesini hedefleyen bu sözleşme, hâlihazırda ülkemizin de dâhil olduğu 143 devlet tarafından onaylanmıştır. Biyolojik silahların yayılması ve yasaklanması konusunda, Bm'nin yanı sıra, Avustralya grubu gibi gönüllülük esasına göre bir araya gelmiş devletler de faaliyet göstermektedir.
Biyolojik silah kabiliyetine sahip olmayan Türkiye, bahse konu silahlar ve bunları fırlatma vasıtalarının yayılmasının önlenmesine yönelik çabaları destekleyen bir politika izlemektedir. Bu çerçevede ülkemiz, anılan konuya ilişkin temel uluslar arası sözleşme, antlaşma ve düzenlemelerin tamamına taraf olmuştur.
Geçmişteki Örnek Biyolojik Savaş Uygulamaları
Aslında biyolojik savaş veya biyoterorizm gibi deyimler, insanlık için yeni bir gelişme değildir. Biyolojik savaşın bilinen en eski örneklerini, düşmanın içme suyu temin ettiği kuyuları, insan ve hayvan ölüleri veya zehirli otlar ile "kirletme" çabaları teşkil etmektedir. Bugün Ukrayna sınırları içerisinde kalan Kafa kentini, 1346 yılında kuşatan tatarlar vebadan ölmüş insan cesetlerini mancınıkla şehrin surlarından içeri atarak salgın oluşturmuş ve bu yolla hedeflerine ulaşmışlardır.
Biyolojik maddelerin, bugün bilinen anlamda ilk kullanımı XVIII. . Yüzyılda ABD'de ortaya çıkmıştır. 1754 ve 1767 yıllarında Fransızlar ile ABDA yerlileri arasıdaki savaşlar sırasında, İngilizler tarafından, smallpox virüsü ile kontamine edilmiş battaniyeler Kızılderililere verilerek, çiçek salgını oluşturulmuş ve yerlilerin büyük bir bölümü bu yolla yok edilmişti. Dönemin koloniyel ordusunun komutanı olan General Geogr Vahington, mallpox'in yol açtığı büyük zayiatı değerlendirilmiş ve 06 OCAK 1777 de, tüm ordu mensuplarının aşılanması emrini vermişti. Bu emir üzerine başlatılan çalışmalar uzun sürmüş ve smallpox aşısı ancak 1796 yılında geliştirilebilmiştir.
Biyolojik silahların kullanımına, birinci vi ikinci dünya savaşlarında da rastlanmaktadır. Örneğin birinci dünya savaşı sırasında, müttefik ülkelerin, askeri malzeme ulaştırmasında at ve katırlara olan bağımlılığı almanlar tarafından belirlenmiş ve bu hayvanlara karşı glanders virüsü kullanılarak, biyolojik savaş kampanyası başlatılmıştır. Bu dönem içerisinde Almanları, ABD'nin Maryland eyaletinde özel bir laboratuar kurarak antrax ile glanders organizması ürettikleri ve bu virüsleri ABD'den Fransa'ya, müttefik kuvvetlere gönderilecek 3000 kadar ata ve sığıra enjekte ederek, yüzlerce askeri personelin etkilenmesine yol açtıkları bilinmektedir.
İkinci dünya savaşına bakıldığında, Japon ordusunun, uzak doğunun çeşitli yerlerinde 16 değişik biyolojik virüsleri, farklı yöntemler kullanarak yaydığı ve hatta çinin mançurya bölgesinde, Çinli esirler üzerinde antrax, veba, çiçek, tulaaremi, kolera, kızıl ve tetanos gibi enfeksiyon hastalıklarını deneyip, 10. 000 civarında ölüme neden olduğu görülmektedir. Yine ikinci dünya savaşı sırasında, Rus kuvvetlerinin, Stalingrad muharebesinde alman ordusunu durdurabilmek amacıyla tularemia virüsünü kullandığı, ancak rüzgârın aniden yön değiştirmesi nedeniyle bu saldırıdan, daha çok Rus askerlerinin zarar gördüğü tarihi bir geçekler arasındadır.
1972 yılında 100'den fazla ülkenin katılımı ile imzalanan bakterjolojik ve toksin silahlarını4n geliştirilmesi, üretimi, depolanması ve imhasına dair sözleşmenin yürürlüğe girmesine rağmen, biyolojik silahların geliştirilmesine yönelik çalışmalara soğuk savaş yıllarında devam edilmiş ve bu günümüze kadar süregelmiştir. Özellikle Rusya ile ABD, bu alandaki kabiliyetlerini örtülü olarak artırmaya devam etmiştir. Nitekim 02. 04. 1979 tarihinde Rusya'nın sverdlovsk kasabasında bulunan bir biyolojik silah fabrikasında meydana gelen kaza, adet onaylı olan sessizliği bozmuş ve bu olay Rusya tarafından yürütülen gizli çalışmaların, su yüzüne çıkmasına neden olmuştur. Fabrikanın havalandırma filtresindeki bir bozukluk nedeniyle havaya karışan antrax sporları, 64 ile 104 kişinin ölümüne neden olmuş, Rus yetkili makamları ise olayı, "yiyecek zehirlenmesinden kaynaklanmıştır" açıklamasıyla inkâr etmeye çalışmıştır. Ancak Rusya federasyonu eski başkanlarından Boris Yeltsin, 1992 yılında yaptığı açıklama ile olayın fabrikadaki sızma nedeniyle oluştuğunu ve Rusya'nın biyolojik silahlar sözleşmesini ihlal ettiğini kabul etmiştir.
Tarihsel perspektif açısından, yukarıda özetlenen seyri takip eden biyolojik silahlar, özellikle maliyetlerinin düşük, etkinliklerinin yüksek ve giderek artıcı olması nedeniyle "rogue state" olarak adlandırılan terörist devletlerin yanı sıra, terör gruplarının da ilgi odağı haline gelmiştir. Bu çerçevede anılan silahlara sahip ülkeler listesinde artışlar görülmeye başlanmıştır.
Bugün, Irak, İran, Suriye, Libya, Çin, kuzey Kore, Rusya, İsrail, Tayvan ve büyük olasılıkla sudan, güney Afrika, Cezayir, Hindistan, Pakistan ile Kazakistan gibi ülkelerin biyolojik silahlara veya bunların üretimine yönelik tüm teknoloji, tesis ve kabiliyete sahip oldukları bilinmekte veya tahmin edilmektedir. 1954-1969 yılları arasında saldırı maksatlı biyolojik silah kabiliyeti olan ABD. nin, 1969 dan sonra sadece savunma maksatlı biyolojik araştırma programlarına sahip olduğu resmi açıklamalarda yer almaktadır. Ancak ABD. nin, geçtiğimiz yıl içerisinde BM tarafından hazırlanan ve biyolojik silahlara uluslar arası yasaklama getirilmesini öngören anlaşma metnini, "devlete ait laboratuarları ifşa edebileceği ve teknolojik sırları tehlikeye atabileceği" sırları tehlikeye atabileceği" gerekçesiyle 25. 07. 2001 tarihinde reddetmiş olması bu ülkenin biyolojik silahlara sahip olduğunun önemli bir göstergesi olarak değerlendirilmektedir.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.