Otistik bozukluk, Yaygın Gelişimsel Bozukluk (YGB) yelpaze terimi altında yer alan gelişimsel bozukluklardan biridir. Otizm Spektrum Bozukluk (OSB) terimi YGB terimi yerine alan yazında tercih edilmektedir. YGB terimi, Amerikan Psikiyatri Birliği'nin yayımladığı ve tanı koymada oldukça etkili olan Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal Elkitabında ilk olarak 1980 yılında kendine yer bulurken, OSB terimi ise 1988 yılında yer almıştır. YGB ya da OSB; Otistik bozukluk, Rett bozukluğu, Çocukluğun Dezintegratif bozukluğu, Asperger bozukluğu ve Atipik otizm gibi beş gelişimsel bozukluğu kapsamaktadır.
Kısa Bir Tarihçe
Otistik bozukluk ilk olarak 1943 yılında Leo Kanner tarafından tanımlanmıştır. Leo Kanner, yaptığı çalışmaların birinde 11 çocuğun niteliksel olarak davranışları ile diğer yetersizliği olan ve olmayan çocuklardan farklı olduğunu ortaya koymuştur. Kanner'e göre bu farklı davranışlar erken çocukluk döneminde bile görülebilmekteydi. Bunlar kısaca; gecikmiş dil ve konuşma özellikleri, dili iletişim amaçlı kullanmada eksiklik, normal fiziksel büyüme ve gelişim özellikleri, aynılığa aşırı bağlılık ve kendini uyarıcı tekrarlayan (sterotipik) davranışlar olarak tanılanmıştır. Yaklaşık 65 yıl önce tanılanan bu nitelikler ya da davranışlar son yıllara kadar yeniden incelenmiş, tanımlanmış ve genişletilmiştir. Zaman geçmiş olsa da çoğu, Kanner'in gözlemlerini içermektedir. Kanner, otistik bozukluğa ilişkin çalışmalar yaparken, aynı dönemde Hans Asperger gelişimsel bozukluklar gösteren başka bir grup çocuklarla ilgili çalışmalar yapmaktaydı.
Günümüzde Asperger sendromu olarak Yaygın Gelişimsel Bozukluk yelpazesi altında bulunan bu bozukluğu ise, Hans Asperger ortaya çıkarmış ve bu bozukluğa kendi adını vermiştir. Hans Asperger, ortalama ya da ortalamanın üstü bilişsel becerilere sahip olsalar bile Asperger sendromundan etkilenenlerin sosyal yönden farklı olduklarının, Kanner'in tanımladığı otistik bozukluk ile benzerlik gösterse de özelde farklı bir grubu yansıttıklarını belirtmiştir.
Otizmin doğasından dolayı, sebeplerine dair yıllardan beri süregelen yanlış inanışlar ve düşünceler günümüze de ulaşmıştır. Örneğin, ilk zamanlarda otistik bozukluğun yetersiz ya da niteliksiz anne-çocuk etkileşiminden kaynaklandığına inanılırken, bu durumun gerçeği yansıtmadığı ilerleyen yıllarda araştırmalarla belirlenmiştir. Bu durum anne-babaların kendilerini suçlamalarına, kafalarının bulanmasına ve pek çok yanlış anlaşılmaya sebebiyet vermiştir. Bir diğer yanlış görüş, otizmden etkilenen çocukların kendilerini bilinçli olarak çevreden soyutladıkları yönünde olmuştur. Bu yanlış inanış ya da fikirlere rağmen, 1980'li yıllarda otizmin genetik, organik ve nörobiyolojik bir bozukluk olduğu kabul edilmiştir.
Tanım
Otistik bozukluk, YGB yelpazesi içerisinde yer alan toplumsal etkileşimde ve iletişimde yetersizlikler ile davranış, ilgi ve etkinliklerde sınırlı, basmakalıp ve yineleyici örüntülerle ve toplumsal etkileşim, toplumsal iletişimde kullanılan dil ya da sembolik oyun becerilerinin en az birinde 3 yaşından önce gecikmelerin ya da olağandışı bir işlevselliğin olması ile karakterize gelişimsel bir bozukluktur. Ülkemizde Özel Eğitim Hizmetleri Yönetmeliği'nde ise tanımlar başlığı altında, "otistik birey" terimi kullanılmakta ve "Otistik birey; sosyal etkileşim, sözel ve sözel olmayan iletişim, ilgi ve etkinliklerdeki sınırlılığı erken çocukluk döneminde ortaya çıkan ve bu özellikleri nedeniyle özel eğitim ile destek eğitim ihtiyacı olan birey" olarak tanımlanmıştır.
Nedenleri
Diğer gelişimsel bozukluk ya da yetersizliklerde olduğu gibi, otistik bozukluğun da nedenleri tam olarak belirlenememiştir. Günümüzde, otistik bozukluğu beyinsel işlevlerdeki bozukluğun tetiklediği ve otistik bozukluğun görülmesinde bakıcıların suiistimali ya da ihmalinin söz konusu olmadığı kabul görmüştür.
A. Genetik faktör: Günümüzde otistik bozukluğu çözmeye çalışan uzmanlar, genetik faktörler üzerinde durmaktadır. Bu bağlamda DNA, otistik bozukluk gösteren çocuklarda, beyinsel işlevlerdeki bozuklukların sebebi olarak görülürken, günümüze kadar yapılan araştırmalar tek bir genetik faktörün otistik bozukluğun tek başına nedeni olamadığını açıklamıştır. Gillberg ve Coleman'a göre, çoklu genetik faktör etkileşimli olarak gelişimsel bozukluğa yol açmaktadır.
B. Beyinsel işlevlerdeki anormallikler: Akshoomoff, Anderson, Hoshino ve Cook'a göre, günümüzde artık otizmin genetik faktörlerin yanında beyin gelişimindeki ve beynin sinirsel-kimya yapılarındaki anormalliklerden kaynaklandığına dair uzmanlar arasında genel kabul gören bir görüş bulunmaktadır. Bu görüşü destekleme açısından, günümüzde Manyetik Rezonans Görüntüleme teknolojisi, beyin hakkında doğru bilgilere ulaşmamızı sağlamaktadır. Bu bilgilerin içinde, otistik spektrum bozukluğu olan öğrencilerin pek çok beyin işlevinin otistik semptomları tetiklediği bulunmuştur. Örneğin, otistik özellikler gösteren bireylerin yapılan pek çok MRI incelemesi, beyinciklerinde anormallikler olduğu gözlenmiştir.
Beyincik, motor kontrol, denge ve bilişsel işlevler ile ilgilidir. Yine yapılan çalışmalarda otistik bireylerin beyinlerinin frontal lob (ön lob) ve temporal (yan lob) loblarında anormallikler belirlenmiştir. Beyinde ön lob sosyal ve bilişsel işlevlerden sorumlu iken, yan loblar hafıza, sosyal ve yüzsel ifadeleri anlamakla yükümlü beyin bölgeleridir. Yapılan araştırmalar ayrıca otistik bireylerin beyinlerinin bu bölgelerinde normal gelişim gösteren bireylere oranla daha az hücre ve hücreler arası etkileşim ve daha fazla hücre yoğunluğu bulunmuştur.
C. Çevresel faktörler: Otistik bozukluğun nedenlerine dair ilk inanışlar arasında anne-babanın çocuğun bakımı için gerekli özenin gösterilmemesi yer alırken, bunun doğru olmadığı günümüzde artık bilinmektedir; ama London ve Etzel'e göre, anne-babanın suiistimal ve ihmali, otistik semptomların sayısı ve yoğunluğunu etkileyebilmekte iken, Simpson ve Zionts'a göre ise, çocuğa sağlanan nitelikli bakım ortamı, otistik özellikler gösteren öğrencilerin gelişiminde önemli rol oynamaktadır.
D. Aşılar: Otistik bozukluğun nedenlerine ilişkin günümüzde en tartışmalı konuları başında otistik bozukluklar ile aşılar arasındaki bağ gelmektedir. Günümüze kadar yapılan araştırmalar, bu aşılar ile otistik bozukluk arasında bir ilişki olduğunu göstermemektedir. Pek çok araştırmacı otizm ile aşı arasındaki ilişkiyi yalanlamaktadır.
Özellikleri
Erken çocukluktan başlayıp yaşam boyu süren bir gelişimsel bozukluk olarak otistik bozukluğun en genel karakteristiği arasında sosyal etkileşimde, dil ve iletişim becerilerinde yetersizlikler, tekrarlayan, kendini uyarıcı uygun olmayan davranışların sergilenmesi, rutinlere ve aynılığa olan aşırı bağımlılık gibi özellikler yer almakta iken, bu bozukluğun belirgin fiziksel özellikleri bulunmamaktadır. Otistik özellikler genel anlamda otistik bozukluk gösteren çocuklarda gözlemlenirken, her otistik bozukluğa sahip birey farklı özellikler gösterebilmektedir.
A. Sosyal etkileşimdeki yetersizlikler: Anne-babaya, diğer aile bireylerine normal bağlanma sürecinde sınırlılıklar, akranlarla ilişki kurmada yetersizlikler, akranlarla beraber oyun ya da işbirliğine dayalı oyun becerilerinde sınırlılıklar, duygusal ifade edicilik ve empati kurmada yetersizlikler, fiziksel dokunma, mimik ve jestler, gülümseme gibi sözel olmayan iletişim çabalarını kullanmada sınırlılıklar, göz kontağı kurmayı başlatmada ya da sürdürmede yetersizlikler, hayali oyunlar oynamada sınırlılıklar, başkalarının duygularını, düşüncelerini ya da motivasyonlarını anlamada sınırlılıklar, aynı etkinlik ya da oyun esnasında diğerleri ile işbirliği yapmada ya da ortak ilgi ya da dikkat kurmada yetersizlikler göze çarpan yetersizliklerdir.
B. Dil ve iletişim becerilerindeki yetersizlikler: İşlevsel dil becerilerini tam olarak edinmede yetersizlikler, ekolali (stereotipik ve tekrarlayıcı sözel ifadelerin kullanımı), jest ve mimikler gibi sözel olmayan ipuçlarını anlamada sınırlılıklar, sohbet becerilerinde yetersizlikler, kendiliğinden sohbet başlatmada sınırlılıklar, zamirlerin doğru ve yerinde kullanımına ilişkin sınırlılıklar (Özellikle "ben"in kullanımında) gibi yetersizlikler otistik bireylerde görülmektedir.
C. Sıra dışı davranış örüntüleri: Otistik çocuklarda görülen çevredeki önemsiz ya da küçük değişikliklerde bile stres yaşama, günlük rutinlerin alışkanlıklara dönüşmesi, saplantılı ve zorlayıcı davranış örüntüleri, el çırpma, öne ve arkaya sallanma, nesneleri çevirme ve sallama gibi sıra dışı, stereotipik, kendini uyarıcı davranışlar, görsel, dokunsal ya da işitsel uyaranlara ilişkin aşırı hassasiyet veya tutarsız davranışlar, özellikle itaat edilmesi istendiğinde saldırgan tutumlar, itme, vurma, ısırma, başını vurma gibi kendi kendine ya da başkalarına zarar verici davranışlar, yabancılara, kalabalığa, sıra dışı ve yeni durumlara ya da ortamlara karşı sosyal korkular, ciddi derecede uyku problemleri gibi sorunlar sıra dışı davranış örüntülerine girmektedir.
D. Bilişsel ve Akademik Özellikler: Otistik bozukluk gösteren öğrenciler, farklı bilişsel ve eğitsel gereksinimler ve yeterlilikler gösterebilirken, çoğunda farklı seviyede zihinsel yetersizlikler görülmektedir.
Hafızaya ilişkin olarak ezberlemede yaşanan güçlükler, otistik bozukluk gösteren çocukların en temel özelliğidir. Otistik bozukluk kuramlarından olan Zihin Kuramı'na göre, otistik bozukluk gösteren bireyler, başkalarının fikir ve duygularını anlamada gerçek anlamda yetersizlik göstermektedirler. Kendi düşüncelerini ifade etmede, kendi davranışlarının başkalarının duygu ve düşüncelerini nasıl etkileyeceğini anlamada ve sohbetlere katılmada güçlük çekerler.
Otistik bireyler, karşılaştıkları sorunlara ilişkin genellikle tek bir problem çözme stratejisi kullanırlar ve aynı stratejiyi farklı durum ve problemlere uygulamaya çalışırlar. Problem çözme becerilerindeki yetersizlikler, soyut durumlarda daha zor bir durum haline gelmektedir. Motivasyon, otistik bireylerin bilişsel ve akademik özellikleri arasında en önemli özelliklerin başında gelmektedir. Sınırlı sayıda etkinliğe ve ödüle olan ilgi öğrenmeye ilişkin motivasyonu da olumsuz etkilemektedir.
E. İletişimsel Özellikler: Dil gelişimiyle alakalı olarak otistik bireylerde dil gelişiminde gecikme görülürken, dili iletişim amaçlı kullanmada ve başkaları ile iletişim kurmada ciddi anlamda sıkıntılar yaşanabilmektedir. İletişim kurmada karşıdaki kişi ile arasındaki mesafeyi ayarlamada zorluklar yaşama (çok yakın durma ya da çok uzak durma gibi) ve karşısındakine boş gözlerle bakma ya da etkileşim sırasında göz kontağı kurmadan yanlara, aşağı ya da yukarıya bakma gözlemlenen diğer sorunlardandır. İletişim bağlamında gözlenen en önemli özelliklerden biri de, amaçlı iletişim başlatamamasıdır.
Otistik çocuklar sıklıkla başkalarının dikkatini çekmek için ya da sosyal amaçlı iletişim başlatamayabilirler. Yaklaşık olarak yarısı ifade edici dil becerilerine sahip değildir. İfade edici dil becerilerine sahip olanlarsa çok sınırlı beceriler gösterebilmekte sıklıkla ekolali özelliği göstermektedirler. Ekolali konusunda çok farklı görüşler mevcuttur. Bazı uzmanlar ekolalinin amaçlı bir iletişim çabası olduğunu savunurken, bazıları ise belli bir amacı olmayan otomatik bir davranış şekli olduğunu ifade etmektedirler. Otistik bireylerin zamirleri (özellikle "ben" zamirini) kullanmadaki sıkıntıları en temel özelliklerindendir.
F. Sosyal ve Davranışsal Özellikler: Otistik bireylerin sosyal etkileşimdeki sınırlılıklarını dört grupta toplamak mümkündür. Bunlar: Sözel olmayan davranışlardaki bozukluklar, yetersiz akran ilişkileri, başkaları ile başarı, ilgi ve zevk almayı kendiliğinden paylaşmadaki sınırlılıklar ve karşılıklı etkileşimdeki yetersizliklerdir. Kendini uyarıcı davranışlar, otistik bireyler arasında en yaygın rastlanılan problemler arasındadır. Ön ve arkaya doğru sallanma, elleri çırpma, sallama ve herhangi bir işlevi olmayan tekrarlayıcı davranışlar kendini uyarıcı davranışlar arasında yer almaktadır. Bu davranışlar otistik kişilerin etiketlenmesine sebep olmakta, sosyal kabul ve öğrenmelerini zorlaştırmaktadır. Isırma, kafa vurma gibi kendini uyarıcı davranışlara oranla daha az sıklıkla gözlenen kendine zarar verici davranışlar da yine ciddi sorunlar yaratabilmektedir.
G. Duyusal Özellikler: Bu sorunlar, otistik öğrencilerin yaşadığı en önemli sorunlardan biridir. Otistik bozukluk gösteren öğrenciler dokunsal, denge, vücut farkındalığı, görsel, işitsel, tat ve koklama duyularına ilişkin problemler yaşayabilmektedirler. Bu bireylere, dokunsal alanda bazı kumaş türleri acı verebilir. Öğrenci sıcak ya da soğuğu hissetmeyebilir. Otistik bireyler, diğer öğrencilerle kıyaslandığında, dengesini kolaylıkla kaybedebilir ya da zıplama, ip atlama, basketbol gibi oyunlarda zorluklar yaşayabilir. Vücut farkındalığı iyi olmayan bu öğrenciler, sakar olabilir, dar alanlarda sıralara ya da çevredekilere çarpabilir, boya kalemlerini düşürebilir. Görsel alanda karşılaştıkları sorunlardan biri de parlak ışığa karşı aşırı duyarlı olmaktır. Otistik bireyler için belli sesler (zil sesi ya da ambulans sesi) oldukça gürültülü ya da rahatsız edici olabilir. Örneğin, diğer öğrenciler farkında bile değilken, otistik öğrenci sınıftaki flöresan lambasının çıkardığı sese odaklanabilir. Tat alanında bu bireylerin karşılaştıkları sorunlardan biri tercih ettiği yiyecekler dışında başka yiyecekler yemeyi istememektir.
Otistik bozukluk gösteren birey belli kokulara (parfüm ya da diğer kimyasal kokular gibi) karşı oldukça güçlü tepkiler verebilir. Duyu organlarına ilişkin otistik bozukluk gösteren öğrencilerin yaşadıkları problemler öğrenmenin tüm alanlarını da olumsuz etkileyebilmektedir.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.