Endüstrileşmiş batılı ülkeler başta olmak üzere tüm dünyada yaşlı nüfus giderek artmaktadır. Bunun en önemli nedenleri olarak "son 50 yılda hızlanan teknolojik gelişmelerle beraber daha sağlıklı yaşam koşullarının oluşması, antibiyotiklerin keşfiyle enfeksiyon hastalıklarının etkinliğini yitirmesi, insanların eğitim düzeylerinin yükselmesi ve sağlık hizmetlerinin gelişmesiyle toplumun sağlık durumunda gelişmeler sağlanması" görülmektedir. Mortalite hızlarındaönemli düşmeyle birlikte insanlar daha çok yaşamakta, doğumda yaşam beklentisi tüm ülkelerde artmaktadır. Bunun yanında, birçok ülkede doğum hızlarında genel bir düşüş gözlenmektedir. Bu da toplumda yaşlı kesimin oranını giderek arttırmaktadır.
Gelişmiş ülkelerle, gelişmekte olan ülkelerin arasındaki önemli farklardan biri gelişmiş ülkelerin yaşlı nüfus oranının yüksek olması ve bunun sonuçları ile karşılaşmaları; gelişmekte olan ülkelerin ise bu durumun sağlık, ekonomik ve sosyal etkileri ile henüz karşılaşmamış olmalarıdır. Gelişmekte olan ülkeler için henüz bir sorun olmamakla birlikte, bu ülkelerin çok yakın gelecekte yaşlılık sorunlarıyla karşılaşmaları kaçınılmazdır. Çünkü demorafik, ekonomik ve teknolojik gelişmeler konunun gündeme gelmesine neden olacaktır.
Yaşlı nüfusun diğer yaş gruplarından daha hızlı artması ile yeni aile kalıpları oluşmuş, değerlerin ve ilişkilerin değişmesi karşısında yaşlıların artan ve çeşitlenen gereksinimleri fiziksel ve sosyal sorunları da beraberinde getirmiştir.
Çağımızda yaşlılık sorunlarına çözüm bulabilmek için yeni disiplinler ortaya çıkmıştır. Yaşlıların biyolojik, psikolojik, ekonomik, sosyal sorunlar gibi tıbbi olmayan sorunları ile gerontoloji, tıbbi sorunları ile geriatri bilimi uğraşmaktadır.
Yaşlılar üzerine yapılan araştırmalar daha çok yaşam süresini uzatma üzerine odaklanmış; bağımsız ve kaliteli yaşam sürdürebilmeklerine yönelik çalışmaların önemi yeni anlaşılmaya başlanmıştır. Oysa yaşlıların fiziksel ve zihinsel gerilemelerinin kaçınılmaz olmasına karşılık, onların var olan kapasitelerinin geliştirilmesi, sosyal ve ekonomik açıdan faal bir yaşam sürdürmelerinin sağlanması temel amaç olmalıdır.
Tanım;
Yaşlılığın tanımı tam olarak yapılamamakla birlikte, "zamana bağlı olarak, kişinin değişen çevreye uygun sağlama yetisi ve organizmanın iç-dış etkenler arasında denge sağlama potansiyelinin azalması, böylece ölüm olasılığının yükselmesi" olarak tanımlanabilir. Başka bir tanım, "belirli bir süre geçmesine bağlı olarak ortaya çıkan anatomik ve fizyolojik işlev değişikliği ve bağımsız bir yaşamdan bağımlı bir yaşama geçiştir" şeklinde yapılmıştır.
Genellikle insan yaşamının iki bölümden oluştuğu düşünülür: ilki doğum, büyüme ve gelişme evresini içeren "gençlik", ikinci bölüm ise hücresel atrofi ve fonksiyonlarda gerileme ile birlikte ortaya çıkan "yaşlılık" olarak ele alınır. Bu yaklaşım her insan için farklı süreçlerde seyreden yaşlılığın biyolojik tanımıdır.
Sosyal olarak yaşlılık, kişinin toplum içinde yaşlı olarak tanımlanması ile başlamaktadır.
Ekonomik tanımlamada, kişinin emekli olması ile yaşlılık başlamaktadır. Kronolojik tanımda yaşlılığın başlangıcı için bir yaş sınırı kullanılır. Uluslar arası karşılaştırmalarda yaygın olarak kronolojik tanım kullanılır.
Emekli olma yaşı, yaşlılığın başlangıcı olarak kabul edilebilir. Ancak bu yaş ülkeden ülkeye (hatta aynı ülke içinde kurumlar arasında) farklılık gösterebilir. Yaşlılık dönemi içinde orta yaşlı kişiler (46-59 yaş arası) yaşlılar (60-74 yaş ve ileri derecede yaşlılar (75 yaş ve üzerindekiler) olmak üzere üç bölümde ele alınabilir.
Tarihte yaşlılık:
Geçmiş yüzyıllarda çok az sayıdaki insan günümüzde ileri sayılabilecek yaşlara ulaşabilmekteydi. Eğitim olanaklarının son derece kısıtlı olduğu önceki yüzyıllarda görmüş-yaşamış bu kişilere bilgi kaynağı olarak bakılırdı.
Tevrat'ta yaşlıların saygınlığı ve bilgeliği üzerinde durulmaktadır. Daha sonra Eflatun (İ. Ö. 427-347) popliteai adlı yapıtında yaşlanmanın bireysel yönünü vurgulamış ve yaşlılık döneminin nasıl yaşanacağının büyük ölçüde genlik ve erişkinlik çağlarındaki yaşam biç imi tarafından belirlendiğini ileri sürmüştür. Bu görüş aynı zamanda günümüzdeki yaşlılık hastalıklarından korunmanın daha çocukluktan itibaren başlaması gerektiği yönündeki görüşe oldukça yakındır (örneğin, çocukluk çağında kişilerin kilo almasının önlenmesi, zararlı alışkanlıklardan kaçınması, bazı hastalıkların erken tanı ve tedavisinin yapılması yaşlılık sırasındaki sağlığını etkilemektedir. )
Hipokrat (i. ö. 460-377) yaşlılığı 56 yaşında başlatmış ve yaşlılığın tanımını "ihtiyarların genlerden daha az besine ihtiyaçları vardır. Solunum güçlükleri, öksürük nöbetleri, sidik zoru, oynak yerlerinde ağrılar, böbrek hastalıkları, baş dönmeleri, beyin kanamaları, zayıflama, uykusuzluk, yaygın kaşıntı onlara ıstırap verir. Bağırsaklarından, gözlerinden, burun deliklerinden sular sızar. Çoğunlukla gözlerine perde inmiştir. Görme duyuları zayıflar, iyi işitemezler. " Şeklinde yapmıştır.
Şhakespeare (1564-1616) insan yaşamını yedi bölüme ve bunun son iki dönemini de yaşlılığa ayırmıştır. Yaşlanma ile fizik yapının değiştiği, bedensel yıprandığı, aynı zamanda davranışlarda ve algılamada da değişimlerin başladığı, özellikle zihinsel işlevlerin zayıfladığını belirtmiştir.
Goethe (1749-1832) yaşlığın davranışları kısıtlamasına karşı çıkmış ve bireyleri yeni duruma uyum sağlamaya yöneltmiş, aktif olması yönünde cesaretlendirmiştir. Japonya'da artırmacılar 1920'li yıllarda yaşlanmanın psikolojisi ile ilgilenmişler, antropometrik değişim zihinsel fonsiyonlardaki değişim ilişkisini araştırmışlardır.
1946'da İngiltere'de yaşlıların sağlıklarını ve genel durumlarını inceleyen "nuffield foundation" kurulmuştur. 1958'de Fransız Gerontoloji Birliği kurulmuş, böylece 1960 lardan itibaren geriatri ve gerontoloji bilimleri daha hızla gelişmeye başlamıştır.
1970 lerin sonlarında ise İngiltere'nin değişik bölgelerinde yapılan araştırmalarda, yaşlıların tutum, davranış ve sağlık durumlarına yönelik araştırmalar yapılmıştır. Geriatrik koruyucu hizmetler, hastalıkların teşhisinden çok fonkisyonların değerlendirilmesine yönelik araştırmalara ağırlık vermişlerdir.
Son zamanlarda daha kapsamlı yaklaşımlar benimsenmeye başlanmış, birden çok disiplinin birlikte çalışması ve fiziksel-sosyal fonksiyonları birlikte değerlendirme düşüncesi ağırlık kazanmaya başlamıştır.
Türkiye'de Yaşlılık;
Türkiye'de kentleşme ve sanayileşme özellikle büyük kentlerde, aile yapılarında önemli değişikliklere neden olmuştur. Ata erkil aile yapısından çekirdek (modern) aile yapısına çok hızlı bir geçişin sürdüğü ülkemizde bu değişimden en çok etkilenen yaşlılardır. Yıllardır aile içinde söz sahibi olan yaşlılar kentlerde yaşam şartlarının güçleşmesi ile birlikte ailere yük olmaya başlamışlardır. Yaşlı birey ekonomik koşulların zorlamasıyla birlikte ailede eskiden olduğu gibi ekonomik ve manevi yaşam yükünü paylaşamamaktadır. Bu durum aile içinde samimi duyguların azalmasına, saygının zayıflamasına neden olmaktadır. Böylec eaile için bir anlamda yük haline gelen yaşlı, günümüzde kentlerde yeni yaşam koşullarında yeni aile modoline ve kent yaşamına uyum sağlayamamakta, bu yapı içinde mutsuz olmaktadır.
Yaşlı ve Aile:
Yaşlı için aile hem sosyal hem psikolojik destek sistemidir. Ortalama yaşam beklentilerindeki artış aile yapısını etkilemekte, nüfus hareketlerinin artması aile üyelerini ayırmaktadır. Aile içindeki sadece yaşa bağlı aile rolleri ve sorumlulukları değil aynı zamanda geleneksel roller de değişmektedir.
Ailelerin ekonomik özellikleri değişmektedir. Ailelerin etkisini ve kontrolünü sınırlandıran ekonomik bağımsızlık ortadan kalkmaktadır. Güvence olarak algılanan ataerkil aile yapısı da kendiliğinden ortadan kalkmaktadır. Kadının aile dışında çalışması da doğum oranlarını azaltmakta, bu da yaşlı nüfus oranını arttırmaktadır.
Geleneksel Toplumlarda Yaşlılık:
Tüm toplumlarda yaşlılığın toplumsal olarak değerlendirilmesinin ortak yönü düşkünlük dönemi sayılmasıdır.
Tarihi ve geleneksel toplumlarda yaşlının üstün bir yeri vardır. En azından bir sorun olarak görülmemiştir. Eski yunan'da, roma da, çin de yaşlıların güç sahibi oldukları belirtilmiştir. Bir çok toplumda yaşlıların tecrübesi övülmüştür.
Doğulu toplumlarda, çin ve Japon toplumlarında yaşlıya geleneksel bir saygı kalıbı vardır. geleneksel çin toplumlarında yaşlanmaya kişinin prestijinin artması eşlik ederdi. Ailenin en yaşlı üyelerine saygı gösterilir ve hürmet edilirdi. O nedenle yaşlılığa geçiş yaşlılarda depresyon yaratmıyordu.
Sosyoekonomik değişimler, dünya savaşları, ideolojilerin toplumları değiştirmesi ile yaşlılara karşı tutumlarda da değişimler olmuştur.
Çağdaş Toplumlarda Yaşlı:
Çağdaş batı toplumlarında yaşlının statüsünün geleneksel toplumlara göre daha düşük olduğu inancı yaygındır. Modernleşmeden kaynaklanan hızlı toplumsal değişme sürecinde kişisel deneyim ve bilgileri daha az gereksinim duyulduğu kesindir.
Sanayileşmiş toplumlar geleneksel toplumlara göre daha çok çekirdek aileye ve nüfus hareketlerine sahiptirler. Modernleşme ve kentleşme yaşlının statüsünü temelinden sarsmaktadır. Farklı toplular arasında yapılan araştırmalarda güçlü ilişki gösterilebilmiştir.
Yerleşik tarım toplumlarında yaşlının diğer gruplara göre statüsü yüksektir. Çünkü bu toplumlarda üretilen gıda maddesi, barınağın yaşlı ile paylaşılması ya da yaşlı tarafından kontrol edilmesi, yaşlının yapabileceği uygun görevler bakımından daha çok fırsatların bulunması, geniş ailenin yaygın oluşu bu teoriyi destekler niteliktedir.
Yaşlılık sorunları;
Yaşlılık problemlerini gelişmekte olan ülkelerin daha çok yaşaması dağldır. Çünkü bu problemle daha önce karşılaşan gelişmekte olan ülkeler bazı çözüm yolları geliştirmişlerdir. Ancak yaşlı sorunlarını geleneksel aile yapısı içinde çözmeye alışan bu ülkelerin sıkıntıya düşecekleri beklenebilir. Ekonomik sorunlar yaşlıların artışı ile hem ülkeye hem bireye yansımaktadır. Ülkeler, sosyal güvenlik sisteminin finansman güçlüğü ile karşılaşmakta, yaşlılarsa düşük emekli ücreti ile geçinmek zorunda kalmaktadır.
Yaşlının, bakımı, konut, sağlık, eğitim, dinlenme ihtiyaçların karşılanması ve ailenin yaşlı bakımında desteklenmesi gerekmektedir. Çağdaş toplumlarda yaşlı sorunları 5 konu altında toplanabilir. Bunlar gelir, sağlık, barınma, ulaşım ve beslenmedir. Yaşlıların bu temel sorunlarından başka çalışma, güvenlik, eğitim, serbest zamanı kullanma ve psikososyal sorunlar vardır.
Gelişmiş toplumlarda emeklilik önemli problem sahasıdır. Bu yönde pek çok araştırma bulunmaktadır. Araştırmalar gönüllü olarak emekliye ayrılan kişilerde ölüm oranının beklenenden yükkek olduğunu göstermiştir. Ancak sağlık sorunları nedeniyle kendi istekleriyle emekli olanların sayısının bu grupta fazla olması bu yüksek ölüm oranının nedenini oluşturabilir. Erken emekli olan kişilerde büyük stres oluşmaktadır. İşten ayrılan erkeklerin sık sık eşleriyle çalıştıkları belirlenmiştir. Çevrelerinin kendilerini yeteri kadar desteklemediğini belirtmişlerdir. Ayrıca emeklilikten şikayetleri olan kişilerin kendi kimliklerini daima meslek pozisyonu ile özdeşleştirmiş oldukları ve mesleki dönemde meslek dışı ilgi alanlarının hemen hemen hiç olmadığı belirlenmiştir.
Ameraki'da yapılan bir araştırmada emeklilikle birlikte yalnızca gelir düzeyinin düşüklüğü değil emeklilik aylığının daha önceki yaşam standardını korumaya yeterli gelmediği kişilerin sayısında artış olduğunu göstermiştir. Emeklilikte birlikte arkadaşları ile vakit geçirme zamanından dolayı hoşnutluk olmasına rağmen bazı geçici işlerde çalışmanın da olumlu katkıları olduğu görülmüştür. Ancak bazı çalışmalar yaşlıların yalnızlıktan yakındığını da göstermiştir. Erkeğin emekliye ayrılması çalışmayan eşlerde sıkıntı oluşturmaktadır. Bu krizler alt ve orta toplumsal tabakalarda daha sık, sosyoekonomik düzeyi daha yüksek olanlarda ise daha seyrek görülmektedir. Kadının iş yaşamından ayrılmasının yarattığı sorunlar göz ardı edilmiştir. Kadının ev işleri ile beraber iki mesleğe sahipmiş gibi olması sonucu alışık olduğu ikinci mesleğe geri dönebildiği gösterilmiştir. Emekli olduktan sonra görevleri net bir şekilde belirlenmiş diğer görevine geri dönmektedir. Ancak erkek iş yaşamından ayrılınca kendisi için öngörülmüş olan rolünü de kaybetmektedir. Öte yandan emeklilerin toplumdaki rolü de henüz kesinleşmemiş olduğundan, rol belirsizliği davranış belirsizliğine neden olmakta ve bu durum kadınlardakinden farklı olarak erkeklerde krizlere neden olmaktadır.
Yaşlılık döneminde karşılaşılan zorluklardan biri de toplumsal alanda ortaya çıkan değişimlere göre yeniden yönlenmek ve bunlara uyum sağlamaktır. Belli çevrelerle olan yoğun ilişkiler zamanla yavaşlar ve dahası biter. Başka kişilerle yeni ilişkiler kurulur. Oysa yaşlı kişilerin temelde bu yetenekten yoksun oldukları kabul edilir. Toplumsal ilişkilerdeki bu tür değişimlerin bazı çalışmacılar trafından "toplumsal aktivitenin azalması" dahası "toplumsal izolasyon" şeklinde tanımlanarak yaşlılığa özgü bir temel durum ya da sorun olarak algılanır.
Toplumsal ilişkilerdeki değişimlerin araştırılmasında " üç kuşağı bir arada barındıran ailenin" ve aile ilişkilerinin giderek kaybolmaya başxlaması ve aile ilişkilerinin zayıflaması, izole çekirdek ailenin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Parsons'a göre "yaşlının önemli toplumsal strüktürlerdeki ve ilgi alanlarındaki paylarının giderek düşmesi sonucu izole olmalarına" neden olmaktadır. Bu konuda yapılan araştırmalarda Cumming Henry tarafından 1961 yılında disangagement (uzaklaşma-kopma) kuramı geliştirilmiştir. Bu kurama göre toplumsal ilişkilerden uzaklaşmış olan yaşlılar mutlu ve hoşnut bir yaşam sürmekte, buna karşılık diğer insanlara aktif ve güçlü şekilde bağlı olanlar daha mutsuz ve hoşnutsuz olmaktadır. Chappell ve arkadaşları (1989) kanada da yaptıkları bir çalışmada anne-babayla yetişkin çocukların ve büyükanne, büyükbaba ile torunlar arasındaki ilişkilerin sıklığı ile yaşlı kuşağın üyelerinin kendilerini iyi hissetmeleri arasında yakın ilişki bulunmadığını saptamışlardır. Güven veren bir ilişkinin ve birlikte yapanacak bir kişinin varlığının bu konuda daha büyük önem taşıdığı vurgulanmıştır.
Çok kuşaklı ailelerde kuşaklar arasındaki ilişkilerin duygusal yakınlık ve güven duymak gibi özelliklerinin yanı sıra bu tür ilişkilerden beklenen veya bunlara yakıştırılan işlevlere göre de tanımlanması gerekir. Çok kuşaklı ailelerde kuşaklar arasındaki ilişkinin duygusal yakınlık ve güven duymak karakteristik özelliklerinin yanı ksıra bu tür ilişkilerden beklenen veya bunalara yakıştırılan ya da bunlara kendiliğinden yakışan işlevlere göre de tanımlanması gerekir.
Antonucci toplumsal desteklenmenin genel işlevlerinin, aile üyelerinin yaklaşık % 90 ı tarafgından aşağıdaki şekilde algılandığını belirtmiştir.
Güven duygusunu karşılıklı olarak kanıtlamak,
Neşelendirmek,
Saygı göstermek,
Hastalık durumunda bakımını üstlenmek,
Duygusal gerginlik durumlarında iyilikle ikna etmek.
Büyükanne ve Büyükbabaların İşlevi;
Amerika da yapılan bir araştırmada sıklıkla anne-babaların yetişkin çocukları üzerindeki işlevine değinilir. Özellikle çok yaşlı olmayan anne ve babaların çocukları kendi çocuklarının yetiştirilmesi konusunda kendi anne babalarına danışırlar. Çünkü onları çocuk eğitimi konusunda uzman kabul ederler. Oysa ileri yaştaki anne ve babaların artık bu konuda yetkin olmadığı düşünülür. Geniş kapsamlı bir araştırmada büyükannelerin çalışan kızlarına ve gelinlerine en çok ev işlerinde ve çocuk bakımında, büyükbabaların ise ev tamir işlerinde yardımcı oldukları bildirilmiştir. Aile yapısındaki son yıllardaki değişimler, akraba sayısının azalması, daha tümüyle kaybolması ile sonuçlanabilir. Özellikle kardeş sayısı azalmaktadır. İleri yaşlarda akrabalık ilişkileri azalacak aynı zamanda boş zamanlarda kendilerine eşlik edecek kişileri bulmakta zorlanacaklardır. Ayrıca kendileri yardıma gereksinim duydukları bir zamanda başkalarına bakmak zorunda kalabilirler.
Aile Dışı Toplumsal İlişkilerin Önemi:
Ailenin ve aile üyelerinin toplumsal sistemle bütünleşmeleri için toplumun diğer alanları ve kurumlarıyla dış bağlantılar kurmak gerekir.
Yaşlılarla ailenin boş zamanlarına ve tatillerini birlikte geçirmesi değer yargılarının değişmesiyle birlikte çatışmalara da neden olabilir. Ancak bu durum sağlıklı bir şekilde birlikte tartışılabildiği sürece ilişkilere olumlu katkı sağlayabilir.
Tunstall trafından yapılan araştırmalar kadınların erkeklere kıyasla yalnızlıktan daha fazla yakındıklarını, ayrıca 75 yaşın üzerindekilerin 65-74 yaş grubundaki lere kıyasla, bir de sağlığı daha bozuk olanların sağlık koşulları daha iyi olanlara kıyasla yalnızlıktan daha fazla yakındıkmlarını göstermiştir. Ayrıca dul kadınların da hiç evlenmemiş olanlara kıyasla yalnızlıktan daha fazla yakındıkları saptanmıştır. Bu sonuçlardan hareketle toplumsal ilişkilerle ilgili beklentilerin değiştirilmesi yoluyla yalnızlığın tedavisinde başarı sağlanabilir.
Toplumun Yaşlı İnsanlara Karşı Tutumu:
Yaşlı insanın toplumumuzdaki imajı bugün bile halen izolasyon ve yalnızlık, bağımlılık ve yardıma gereksinin duymak gibi olgularla karakterize olur. Bunun dışında zihinsel yeteneklerin gerilemesi neredeyse olağan kabul edilir. Bu imaj temelde olumsuz olup, yaşlıların tümünü yansıtmamaktadır.
Gençlerde yaşlı insan imajına karşı oldukça olumsuz tutum vardır. Ancak yaşın artmasıyla olumlu görüşlerin arttığı tespit edilmiştir. Yaşlı kişilerle yaşayanlarda bu imajın daha az olumsuz olduğu, sağlık durumunun bozulması ile birlikte de bunun arttığı tespit edilmiştir.
Arnould ve arkadaşları tarafından 1989 yılında yapılan bir ankette yaşlı insanların belirli özelliklere ne derece sahip oldukları sorulmuştur. 25-34 yaşındakilerin %34 ü yaşlıların anlamsız konuştuklarını, %44 ü ağır uyuşuk bulduklarını, %61 i dik kafalı olduklarını belirtmişlerdir.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.