Batı Etkisindeki Türk Edebiyatı Tanzimat, Servet-i Fünun, Fecr-i Ati gibi dönemlere ayrılır. Bu dönemlerin özellikleri artık her yerde tekrar tekrar geçiyor. Ben bu yazımda bu dönemler hakkında az bilinen ve her yerde geçmeyen noktalar üzerinde duracağım.
Batı edebiyatının, özellikle Fransız edebiyatının bizim edebiyatımıza etkileri çok büyüktür. Nasıl ki Osmanlı devrinde, bilhassa Osmanlı'nın parlak devirlerindeki edebiyatımız olan Divan edebiyatı Doğu edebiyatından (Arap, Fars-İran) etkilendiyse, Osmanlı'nın gerileme ve yıkılış devirlerinde de Batı edebiyatından etkilenmiştir. Batı edebiyatının, edebiyatımıza etkileri Tanzimat Edebiyatı akımıyla başlar. Fakat burada belirtmek gerekir ki; nazım türleri bakımından göze batacak derecede bir yenilik henüz bu Tanzimat devrinde oluşmamıştır.
Tanzimat Edebiyatı, nazımın dış yapısı bakımından tamamıyla Divan Edebiyatıyla benzerlik oluşturur. Tanzimat'da da tıpkı Divan Edebiyatı gibi beyitler ve ağdalı bir dil kullanılmış, kaside ve gazeller sıkça yazılmıştır. Fakat nazımın iç örgüsünde önemli değişiklikler ve yenilikler meydana gelmiştir. Beyitler, genel olarak bağımsız birer cümle olmak durumundan çıkarılmış, belli bir konunun çevresinde toplanmıştır. Yani Divan Edebiyatından farklı olarak şiirlerde "anlam bütünlüğü" vardır diyebiliriz. Kasideler genellikten kurtarılmış, kişiselliğe doğru götürülmüştür. Konular Divan Edebiyatının soyutluğundan kurtarılmış, nesnel bir karakter kazanmıştır.
Tanzimat Döneminin bir başka önemli noktası ise edebiyatımıza eleştiri ve tiyatro gibi kavramları sokmuş olmasıdır. Bu düz yazı (nesir) alanında bir ilerleme sayılabilir nitekim bu iki tür de nesirle yazılırlar. Tanzimat devrinde eleştiri daha çok eski-yeni çatışması üzerine kurulmuştur ve sanatçılar belki de bu yeni türün acemiliğiyle fazla sert, keskin ve çoğunlukla yapıcı olmayan eleştiriler yazmış, çeşitli husumetlerin doğmasına sebep olmuşlardır. Misal; Muallim Raci ve Recaizade Mahmut Ekrem arasındaki Demdeme-Zemzeme tartışması buna güzel bir örnektir. Tiyatro konusunda da ilk eser Şinasi'nin Şair Evlenmesi adlı eseri sayılabilir. Bu noktada belirtmek gerekir ki henüz tiyatro ve sahne kültürünün oluşmamasından dolayı bu dönemdeki tiyatro eserleri oynanmak için değil okunmak için yazılmıştır.
Servet-i Fünun Edebiyatıyla Tanzimat Edebiyatında atılmaya başlayan yenilik adımları biraz daha sıklaştırılmış, beyit düzeni bozulmuştur. Cümleler, mısraların başında ya da ortasında kesilmiş ya da başlatılmıştır. Beyitlerin klasik kafiyeleniş düzeni bir kenara bırakılmış; şair, mısralarını istediği gibi kafiyelendirmiştir. Dörtlüklerin kafiyelenişinde murabba düzeni bir kenara bırakılmış, atlama kafiyeler yapılmıştır. Divan Edebiyatının klasik müstezat şekli genişletilmiş, her çeşit kalıpla müstezatlar yapılmıştır. Servet-i Fünun Edebiyatında da aruz ölçüsü kullanılmış fakat, tek düze ölçülerden çok, karma ölçülere yer verilmiştir. Aşağıda Servet-i Fünun mecmusından bir sayfa yer almaktadır;
Tanzimat'tan Milli Edebiyat akımına kadarki devre içinde, bütün çaba, Divan Edebiyatının klasik nazım şekillerini bozmak, konularda bütünlük ve nesnel bir görüşe bağlı çeşitlilik meydana getirmek için harcanmıştır.
Servet-i Fünun akımı, Batı'dan iki nazım türü getirmiştir. Bunlardan biri sone, diğeri terza-rimadır. Fakat bu iki tür de edebiyatımızda fazla tutunamamış, Servet-i Fünun'un arkasından gelen Fecr-i Ati akımıyla birlikte sönüp gitmişlerdir. Fecr-i Ati zamanında bağımsız sanatçı olarak Ahmed Haşim, sone tarzında şiirler yazmışsa da bundan çabuk vazgeçmiştir.
Şimdi Batı Etkisindeki Edebiyatımıza giren, edebiyatımızda fazla tutunamasalar da en büyük yenilikler olarak sayılan bu iki türe bir göz atalım;
SONE:
Sone, ilk iki kıt'ası dörtlük, son iki kıt'ası da üçlük olan on dört mısralık Fransız nazım şeklidir. Bunun bir de İtalyan şekli vardır. Sonenin kafiyeleniş şekli, abba / abba / ccd / eed şeklindedir. Yani ilk iki dörtlüğün birinci ve sonuncu mısraları ve ortadaki iki mısra kendi aralarında kafiyeli, üçlüklerdeyse birinci üçlüğün ilk iki mısrası ve ikinci üçlüğün ilk iki mısrası kendi aralarında kafiyeli ve her iki üçlüğünde son mısraları kendi aralarında kafiyelidir.
Gür saçlarında hep su baharın günesleri,
Sevecen gözlerinde bütün deniz, bütün gök,
Gonca saçan bir buluta bürünmüs ve ürkek.
Ama her özleyise gülen nazlı bir peri...
—Tâ gökteki kavgadan beri tanrımızla,
Biz hep güneste kara bir göz ve en temiz
Vicdanla gizli bir leke görmek isteriz;
Baskaldıran da biziz, yakınan, kara çalan da. —
Ey güler yüzlü güzellik, bize aldanma, geçici
Ve bayağı bir askla iyice kandırır seni,
Bastan çıkarır, kirletir, sonra mutsuz,
Düskün bir anın oldu mu, çekistiririz...Sakın
İncinme kendi kendine, içlenme, ey kadın,
Kötü kılan da biziz seni, kötüleyen de biz! (Tevfik Fikret) (günümüz Türkçesine çevrilmiş şekli)
TERZA-RİMA:
Terza-rima, üçlüklerle yazılır. Üçlük sayısı azaltılıp çoğaltılabilir. Yalnız en son kıt'a tek mısralıktır. Kafiye şeması, aba / bcb / cdc / d şeklindedir. Görülüyor ki terza-rimanın kafiyelenişi soneden farklıdır. Yine dikkat edilmesi gerekn bir nokta; en sondaki tek mısranın kafiyesi, kendinden önceki üçlüğün orta mısrasındaki kafiyeyle aynıdır.
Mavi bir gölge uçtu pencereden
Baktım: âvâre bir küçük kelebek
Yarama geldi kim bilir nereden
Belli yorgundu; bir veremli çiçek
Gibi serpildi lambanın yanına
Bir duman uçtu, gitti titreyerek…
Anladım kıydı yavrucak canına
Söyle ey mavi gölge, söyle eğer
Bir ölümden de çok fenaysa bana,
Şu karanlık, şu kimsesiz geceler. ( Ali Canip YÖNTEM)
Tanzimat edebiyatından bir şiir örneği;
Âmâlimiz efkârımız ikbâl-i vatandır
Serhadimize kal'a bizim hâk-i bendedir
Osmanlılarız ziynetimiz kanlı kefendir
Gavgâda şehdetle bütün kâm alırız biz
Osmanlılarız can verir nâm alırız biz
Kan ile kılıçtır görünen bayrağımızda
Can korkusu geçmez ovamızda dağımızda
Her gûşede bir şir yatar toprağımızda
Gavgâda şehdetle bütün kâm alırız biz
Osmanlılarız can verir nâm alırız biz
Top patlasın ateşleri etrafa saçılsın
Cennet kapusu can veren ihvâna açılsın
Dünyada ne bulduk ki ölümden de kaçılsın
Gavgâda şehdetle bütün kâm alırız biz
Osmanlılarız can verir nâm alırız biz (Namık KEMAL)
Servet-i Fünun döneminden bir şiir örneği;
Bir yaratıcı güç var, ulu ve akpak,
kutsal ve yüce, ona vicdanla inandım.
Yeryüzü vatanım, insansoyu milletimdir benim,
ancak böyle düşünenin insan olacağına inandım.
Şeytan da biziz cin de, ne şeytan ne melek var;
dünya dönecek cennete insanla, inandım.
Yaradılışta evrim hep var, hep olmuş, hep olacak,
ben buna Tevrat'la, İncil'le, Kuran'la inandım.
Tekmil insanlar kardeşi birbirinin... Bir hayal bu!
Olsun, ben o hayale de bin canla inandım.
İnsan eti yenmez; oh, dedim içimden, ne iyi,
bir an için dedelerimi unuttum da, inandım.
Kan şiddeti besler, şiddet kanı; bu düşmanlık
kan ateşidir, sönmeyecek kanla, inandım.
Elbet şu mezar hayatı zifiri karanlığın ardından
aydınlık bir kıyamet günü gelecek, buna imanla inandım.
Aklın, o büyük sihirbazın hüneri önünde
yok olacak, gerçek dışı ne varsa, inandım.
Karanlıklar sönecek, yanacak hakkın ışığı,
patlayan bir volkan gibi bir anda, inandım.
Kollar ve boyunlar çözülüp, bağlanacak bir bir
yumruklar şangırdayan zincirlerle, inandım.
Bir gün yapacak fen şu kara toprağı altın,
bilim gücüyle olacak ne olacaksa... İnandım. (Tevfik FİKRET)
Fecr-i Ati şiirinden bir örnek;
Ağır, ağır çıkacaksın bu merdivenlerden,
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak,
Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak...
Sular sarardı... yüzün perde perde solmakta,
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta...
Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller;
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller,
Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?
Bu bir lisan-ı hafidir ki ruha dolmakta,
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta... (Ahmet HAŞİM)
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.