Tanzimattan sonra yapılan yeniliklerden sonra Türk sosyal, siyasi, kültür ve sanat hayatında yeni bir dönem başlamıştır. Tanzimattan sonra ortaya çıkan edebi gruplar, kendilerinden önce gelenlerin edebiyat için yaptıklarını değersiz görmüşler, çoğunun batıyı taklit ettiklerini söylemişlerdir. Ayrıca edebiyata yeni bir ses ve soluk getiremediklerini iddia etmişlerdir. Batıdaki edebiyata göre, en güzel ve en yeni eserleri kendilerinin ortaya koyacağını belirtmişlerdir. Fecr-i Ati topluluğunun Servet-i Fünun'a tepki olarak ortaya çıkması, Hisarcılar da, bir bildiri yayımlamasalar da, Garip topluluğuna tepki amaçlı ortaya çıkmışlardır.
Tepki olarak ortaya çıkan topluluklar, hep yeni arayışlar peşinde ve yenilik yapma arzusunda olmuşlardır. Hisarcılar ise, yenilik yapma iddiasından çok, Türk şiirine geleneksel yollardan faydalanarak yeni bir yorum katmaya çalışmışlardır.
1940 yılından sonra Türk edebiyatı, hareketli ve yeni tartışmaların yaşandığı bir döneme tanıklık etmiştir. Türk edebiyatının böyle bir tartışma ortamına girmesinin nedeni Garip şiirinin bildirisindeki düşünceler olmuştur. Türk şiirinde o güne kadar şiir alanında ne varsa hepsini reddederek ortaya çıkan bu topluluk, kendilerinden önce var olan toplulukların hiçbirinin yapmadığı bir şey yaparak edebiyatı derinden etkilemişlerdir. Onlar, şiirde kafiye ve ölçüyü atmışlar, şiir diline konuşma dilinde olan söylemleri sokmuşlardır. Böylece konuşma dilinin şiirde yer almasından dolayı şiirde kolaylık oluşmuş, dizeler sıradan sözcük öbekleri haline getirilmiştir. Söyleyişteki basitlik şiirin fonksiyonlarının ortadan kalkmasına sebebiyet vermiştir.
1950-1980 yılları arasında yayına hayatını sürdüren Hisar dergisi, zamanla belli bir şiir anlayışının merkezi haline gelmiştir. Bu dergide eserleri olan şairler, Mehmet Çınarlı, Gültekin Samanoğlu, İlhan Geçer, Munis Faik Ozansoy, Selahattin Batu, Nevzat Yalçın, Mustafa Necati Karaer, Bekir Sıtkı Erdoğan, Feyzi Halıcı, Yavuz Bülent Bakiler, Kerim Aydın Erdem'dir.
Mehmet Çınarlı o dönemi şöyle dile getirmiştir: "Hisar'ın yeni çıkmaya başladığı 1950'li yılları hatırlıyorum. Yeni şiir-eski şiir davası sürüp gitmekte idi. Yeni şiiri savunanların birçoğunun bundan anladıkları, hiçbir kaideye bağlanmayan, hiçbir disiplini olmayan, rastgele söyleyişlerdi. Orhan Veli grubunun peşine takılanlar, eski şiire ait estetik kuralların bütününü reddetmekle, bu kurallara büsbütün aykırı davranmakla meseleyi çözdüklerini, yeni bir şiir tarzına ulaştıklarını sanmaktaydı. Yalnız vezni, kafiyeyi atmakla yetinmediler. Şiirde bir ahenk, bir musiki arayanlara karşı, söylediklerinin dile takılacak kadar birbiriyle tepişen kelimelerden seçilmesine çalıştılar. Mana ve mantık çerçevesinde de yazdıklarının mümkün olduğu kadar saçma sapan olmasına dikkat ettiler. "
'Madem yüzmek bilmezdin, niye çıktın ağaca' o devirden kalma tekerlemelerdendir.
Peyami Safa da konuşma dilinin şiir diline girmesiyle açıklanabilecek bu durumu "şiirin gecekonduları" olarak adlandırmıştır. O devirde yazılan şiirlerden rahatsız olduğunu şu sözlerle belirtmiştir:"Allah'ım! Bu gençlerden bazılarına nasıl anlatmalı ki, o çırpıntı eda içinde aradıkları kaba sürpriz tesirleri, o basit kelime ve ses oyunları, o yeni olmak için maskara olamaya bile razı acayiplikler, iki dünya harbi arasındaki Avrupa şiir buhranının şimdi hiçbir yerde izi kalmayan tecellilerine, bizdeki acemice kopyalarından başka bir şey değildir. " Bu duruma son vermek ve tepki ortaya koymak için Hisar topluluğu oluşturulmuştur ve Hisar dergisi yayın hayatına başlamıştır. Hisar dergisi çatısı altında toplanan şairler ve yazarlar, Garip hareketine karşı olan ilk tepkiyi oluşturmuşlardır. Hazırlıklarına 1940 yılı sonlarında başlayan Hisarcılar, "eski şiirimizden, milli kültür ve edebiyatımızdan kopmadan yeni ve güzel bir şiir sergilemek, o yıllarda şiirimizi çıkmaza sokanlara ve yozlaştıranlara karşı çıkmak ve tavır almak" ilkesiyle yola çıkmışlardır. Hisar dergisinin ilk sayısı 16 Mart 1950 tarihinde yayımlanmıştır.
Süreli yayınların genelde ilk sayısında o yayının çıkış nedenleri ve yayın amaçlarını anlatan bir yazı yayımlanır. Hisar topluluğu ise bu geleneğe uymamıştır. İlk sayıda gerek derginin yayın amaçlarını gerekse topluluğun sanat anlayışını ortaya koyan bir bildiri yayımlamamışlardır. Bir bildiri yayımlamaya gerek görmeyen Munis Faik Ozansoy'dur. Çünkü o: "Herkes çok laf ediyor, bir iş ortaya getirmiyor. Şunu yapacağız, bunu yapacağız demektense ne olduğumuzu gösterelim. Yazılarımızı, şiirlerimizi neşredelim, herkes bizim ne olduğumuzu görsün. Başlangıçta böyle bir manifestoya lüzum yok. " demiştir.
Bu anlayışla yayın hayatına 1 yıl devam eden Hisar topluluğu, şiir, deneme, hikâye ve inceleme yazılarıyla edebiyatı etkisi altına almaya çalışmıştır. Ayrıca derginin ikinci yayın yılında giriş sayısında yayınlanan yazıda da aynı anlayışın devam ettiği görülmüştür: "...Başlangıçta, niçin çıkıyoruz tazında beylik bir başlıkla 'şunu yapacağız, bunu yapacağız. ' diye övünmekten vazgeçiyoruz. İşte 11. sayı elinizdedir. Okuyup hükmünüzü verebilirsiniz. Burada sadece ilk çıktığımız günlerin heyecanıyla aynı yolda yürümek azminde olduğumuzu, dergiyi daha güzelleştirmek için elimizden gelen hiçbir fedakârlıktan kaçınmayacağımızı belirtmek isteriz. "
Okuyucunun kararını etkilemek istemediğinden bir bildiri yayımlamayı tercih etmeyen Hisarcılar, bunun bedelini çok ağır ödemişlerdir. Bildiri yayımlamamaları neye karşı olduklarını ve neyin yanında olduklarını bilmeyen, sanat görüşleri netleşmemiş bir topluluk olarak adlandırılmalarına sebep olmuşlardır. Sanat ve edebiyat çevrelerine kendilerini kabul ettiremeyen topluluk, daha sonra yapılan inceleme ve edebiyat tarihi araştırmalarında değerlendirmeye alınmamışlardır.
Bu şekilde kendilerine yönelik eleştiri, tartışma ve polemikler artınca dergi adına bir savunma yapma ihtiyacından dolayı bir yazı yayımlamışlardır: "Önce şiir görüşümüze dair -bilerek, bilmeyerek- ileri sürülen yanlış düşüncelere temas edeceğiz. Şiirden ne anladığımız, dergimizde çıkan muhtelif yazılarla kâfi derecede izah edilmiştir. Bu anlayış şiirin dışına, kalıbına değil, içine, özüne bakan; yeniliği zaruri sayan fakat onu şekilde değil ruhta, muhtevada arayan ileri bir anlayıştır. Şiirde aruz, hece, serbest diye bir ayrıma taraftar olmadığımız gibi, bunlardan yalnız birini kabul, diğerini reddeden dar bir görüşe de saplanmış değiliz. Dergimize gönderilen şiirlerin hangi vezinde yazıldığına değil gerçekten şiir olup olmadığına bakarız. Güzel olan her şiire, ne şekilde yazılmış olursa olsun, Hisar'da yer verdik, vereceğiz. "
Kendilerine yöneltilen eleştirilere yanıt olarak yazdıkları yazılarda, sanat ve edebiyat çevrelerine sanat anlayışlarını duyurma fırsatı elde etmişlerdir. Mehmet Çınarlı'nın, Nurullah Ataç'ın bir eleştirisine verdiği şu yanıtta, Hisarcıların edebiyata bakış açılarını görmekteyiz: "Ataç gibi bizde yeni olanı, taze olanı sever ve tutarız. Ama yeniyi sevmek için -kendi beğendiği şairlerin yaptığı şekilde- eskiyi inkâr etmek, kötülemek lazım geldiğine inanmadığımız gibi, yeniyi bulmak için sanatı feda etmeye de akıl erdiremeyiz. Yeni şiir sözü bir terkiptir. Meydana getirilen eserin yeni şiir olabilmesi için önce şiir olması icap eder. "
Aynı yazıda, aruzla şiir yazdıkları için eski edebiyat taraftarı olmakla suçlanan Hisarcılar adına Mehmet Çınarlı şunları söylemiştir: "Bazen eskiye fazla yaklaşan şiirimize, mısralarımıza da rastlıyorsanız, bu bizim geçmiş şairlere benzemek hususunda bir gayretimiz değil, henüz yolumuzu bulamadığımızı, yapmak istediğimizi yapamadığımızı gösterir. Ama biz olmasak bile bizim gibi sanat sevgisi, memleket aşkıyla çalışan kimselerin edebiyatımızı layık olduğu seviyeye yükselteceklerine, 'Kökü mazide olan ati'yi bulacaklarına inanıyoruz. "
Böylelikle geçmişle bağlarını koparmayacaklarını aynı zamanda yeniye de açık olduklarını belirten Hisar topluluğu, eskiyi yok saymadan, eskiye karşı çıkmadan aynı zamanda da eskiyi taklit etmeden ve tekrara düşmeden, eskiden ilham alarak günün şiirini vermek prensibiyle hareket ettiklerini belirmişlerdir.
1967 yılında Türkiye radyolarında hazırlanan "Anadilimiz" adlı programda Hisar dergisi konuşulmuştur. Hisar dergisi yazı kurulunu oluşturan Munis Faik Ozansoy, İlhan Geçer, Mehmet Çınarlı, Gültekin Samanoğlu, Mustafa Necati Karaer ve Nevzat Yalçın'ın katıldığı programda, Hisarcıların sanat anlayışları, yayın ilkeleri ve tarihçesi anlatılmıştır.
Hisarcıların sanat anlayışları bu programda dört ilke olarak ifade edilmiştir. Bunlar:
1) Bu ilkelerin başında sanatın bağımsızlığı gelir. Bize göre şairin veya yazarın kalemini herhangi bir ideolojinin hizmetine vermesi onun bir sanatçı olarak ölümü demektir. Sanat eserinin bir propaganda vasıtası haline getirilmesinin kesinlikle karşısındayız.
2) Hisar'ı çıkaranların üzerinde birleştikleri ikinci ilke modern Türk edebiyatının batının bir kopyası olmaktan çıkarılıp milli bir karaktere kavuşturulmasıdır. Batı edebiyatı iyice incelenip, bu edebiyatın ürünlerinden faydalanılması elbette lüzumludur. Ama bu faydalanma hiçbir zaman taklitçilik ve kopyacılık şeklinde olmamalıdır.
3) Bizim üzerinde birleştiğimiz üçüncü bir nokta ise, sanatta yenilik, eskiyle bütün bağları koparıp soysuzlaşmak değildir. Yeni mutlaka eskiye dayanacak, eskiden kuvvet alacaktır. Yahya Kemal bunu:
'Ne harabi ne harabatiyim
Kökü mazide olan atiyim. ' beytiyle ifade etmiştir.
Eskiyle bağları koparılmış bir yeni sağlam olmaz ve temelsiz yapılar gibi kısa bir zamanda çöker. Biz bu anlayışla Hisar'da kökümüzden kopmadan bugünün sanatını vermeye çalışıyoruz. Şiirde yenilik yapmak için vezni veya kafiyeyi atmayı zaruri görmediğimiz gibi yeterli de bulmuyoruz. Hisar'da aruz, hece ve serbest her üç şekilde de şiirler yayınlanıyor. Ama bunların hepsinin de yeni bir ruh ve anlayışla yazılmış olmasına elden geldiği kadar dikkat ediyoruz.
4) Bizim üzerinde titizlikle durduğumuz ve birleştiğimiz dördüncü bir nokta da dil konusudur. Biz yaşayan canlı Türkçenin edebiyat dili olmasına taraftarız. Halkın konuştuğu dilden ayrı bir yazı dili, adeta yeni bir divan dili yaratılmasını son derece zararlı buluyoruz. "
Hisarcılar bu şekilde derginin ilk yayın tarihinden 17 yıl sonra Türk edebiyatında ilk defa böyle bir bildiri yayımlamış oldular. Mehmet Çınarlı, bu prensipleri kabul eden herkesi Hisar'da yazmamış olsalar bile, Hisarcı kabul ederek şöyle demiştir: "Dergi çıkışından bu yana, bazılarının sandığı gibi ne bir kimsenin himayesi altına girdi ne de kimsenin malı oldu. Onu belli bir topluluğun dergisi saymak dahi doğru değildir.
Hisar, bir düşünüş ve inanışın dergisidir. O düşünüşü ve inanışı benimseyen herkesi Hisarcı sayar; o düşünüş ve inanıştan vazgeçmiş hiçbir kimseyi -derginin kurulmasında, yaşamasında pek çok emeği geçmiş bile olsa- Hisarcı olarak kabul etmeyiz. "
Kabul ettiği inanç ve ilkelerle şiire yönelen Hisarcılar, yaşayan doğal dil ile memleket gerçeklerini ve güzelliklerini, insanın iç dünyasını kendi edebi zenginliklerimizden yola çıkarak dizelerine taşımışlardır. Bundan dolayı Hisarcılar, memleketçi ve gelenekçi edebiyatın devamı sayılmışlardır.
Hisarcılar ilan ettikleri bu ilkelere sıkı sıkıya bağlı kalmışlar ve kendilerini diğer edebi topluluklara karşı Türk şiirini ve dilini koruyan bir kale olarak görmüşlerdir.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.