Kalp krizi, felç ve ateroskleroz (damar sertliği) gibi konulardan bahsedilince, suçlu olarak aklımıza hemen kolesterol gelir. Hâlbuki araştırmalar suçlunun tek değil, bir örgüt olarak hareket ettiğini ispatlıyor. Örgüt elemanları arasında hipertansiyon, sigara içimi, şeker hastalığı ve şişmanlığın olduğu bilinmektedir. Oysa bazı hastalarda bunların hiçbiri olmadığı halde ciddi derecede damar hastalıkları ve damar sertliği görülebiliyor. Hatta kalp hastalığı ve by-pass ameliyatı geçiren hastaların büyük oranında kolesterol değerlerinin normal düzeylerde olduğu görülmüştür. Bu kişilerde yapılan çalışmalar sonucunda vücut tarafından üretilen, kükürt içeren bir aminoasit olan homosisteinin kandaki düzeylerinin yüksek olmasının ateroskleroz ve felç riskini arttırdığı saptanmıştır. Araştırmalar kandaki homosistein düzeyinin 10 pmol/l'nin altında olduğu hallerde, ek bir riskin söz konusu olmadığını, 14 pmol/l'nin üzerine çıktığında bu riskin 700 kat daha fazla olduğunu göstermektedir. Diğer risk faktörlerinden birisinin ilavesiyle de, bu riskin katlanarak arttığı saptanmıştır. Yüksek kolesterol düzeyi ile ilgili olarak diyetle lalınan yağlar suçlu gösterilirken, yüksek homosistein düzeyleri hayvansal proteinlerce zengin diyetle bağdaştırılmaktadır. Homosistein düzeyine düşürmenin tek yolu, az et yemek ve vitamin B (vit B6 vit B12 ve folik asit) takviyeyidir. Dr. Mc. Cully'e göre tüm dünyada artık bilim adamlarının "homosistein ve kalp hastalıkları " konusunu dikkate almaları son derecede heyecan vericidir ve devrim niteliğindedir. Yapılan çalışmalar göstermektedir ki, kalp hastalıkları ile baş etmenin en iyi yolu homosisteini kontrol altına almaktır.
5 yıl öncesine kadar kalp krizinin tanımı basitti. Kolesterol, kalp damarlarını tıkayarak krize neden oluyordu. Yıllarca uzmanlar hastalarına menülerindeki yağ oranını düşürmelerini tavsiye ettiler. Ancak ABD'de kalp krizi vakalarının yaklaşık yarısında hastanın kolesterol seviyesinin normal olduğu görüldü. Şimdi uzmanlar, kalp krizini sadece kolesterole bağlayarak basit bir modelle açıklamasının zor olduğunu söyleyerek, hastalığa neden olan diğer suçluların peşine düştüler. Çünkü uzmanlara göre kolesterol, kalp krizinin tek sorumlusu değil, sadece suçlulardan birisi idi.
Homosistein ve arterioskelerozis (damar sertliği) arasındaki ilişkiyi ilk defa bulan ve ispatlayan Harvard Tıp Fakültesinden patoloji uzmanı Kimler S. Mc. Cully, bu suçlulardan birinin proteinlerin yapı taşları olan aminoasitlerden "homosistein" isimli bir aminoasidin kanda yüksek miktarda bulunmasının damar bozukluğuna yol açabileceğini ileri sürdü. 1968 yılında Massachusetts General HNospital'da yapılan insan genetiği konferansında "homosistinüri isimli yeni keşfedilmiş bir hastalık tüm bilim adamlarına açıklanıyordu. Bu ilginç hastalıkta zekâ özürlü 9 yaşındaki bir kız çocuğunun idrarında aşırı miktarda homosistein isimli bir aminoasidin varlığı dikkati çekmişti. Annesinin ifadesine göre bu kızın amcası da zekâ özürlü idi ve 8 yaşında iken 1930 yılında felçten ölmüştü. Bu olgu ilk defa 1933 yılında bir tıp dergisi olan New england journal of medicisine'de yayımlanmıştı. Peki, 8 yaşındaki bir çocuk aynı yaşlılar gibi felçten nasıl ölebilirdi.
Dr. Mc. Cully bu ilk homosistinürik olguyu tekrar çalışmaya karar verdi. Arşivden topladığı mikroskobik patoloji slâytlarını ve olgunun değişik organlarının parafinde saklanmış küçük parçalarını tekrar inceledi. Sonuçta tıpkı yaşlılardaki gibi çocuğun bütün vücudundaki tüm arterlerinde arteriosklerozis (damar sertliği) olduğunu saptadı. Fakat çok ilginçtir ki, bu çocuğun damarlarındaki arteriosklerotik plakalarda kolesterol ve yağ depoları yoktu. Çocukta yalnızca homosistinüri vardı. Dr. Mc. Culy homosistein aminoasidinin, arter damarlarını hasara uğratarak arteriosklerozise ve felce neden olduğunu düşündü. Arterlerdeki süratle ilerleyen ciddi hasarın, arteriosklerotik plakalarda depolanan yağlar ve kolesterolden önce olduğu kanısına vardı.
Geçmişte, diyetteki yağlar ve kolesterol kap hastalıklarının nedeni olarak suçlanıyordu. Fakat yıllar süren tıbbi araştırmalar, gerçekten bu maddelerin damarlarını sertleşmesine neden olduğuna ait inandırıcı veriler elde edememişlerdir. Aslında, bilim adamları, saf kolesterol'ün "atheriosklerozis"'e neden olmadığını ve kan kolesterol yüksekliğinin bir belirti (symptom) olduğunu, kalp hastalıklarının nedeni olmadığını ileri sürdüler. Proteinlerin yapı taşlarından olan homosisteinin, dünyanın bir numaralı öldürücü hastalılığının nedeninin olduğunun anlaşılması bu alanda bir devrim yaratmıştır.
Et ve yağılarla alınan yüksek diyet kolesterolünün, kalp hastalıklarında anahtar rol oynaması, kandaki bu yüksek kolesterolün düşürülmesinin kalp hastalıklarını riskini de azaltması ve bu yüzden kolesterol seviyesini normal değerlere çekmek için ilaç tedavilerinin uygulaması, yıllarca söz konusu olmuştur. Kolesterol araştırmalarına çok fazla para ayrılmış ve harcanmış, çok sayıda bilim adamı kariyerlerini onun üzerine kurmuştur. 1970'lerde Kimler Mc. Cully'nin homosisteinin kalp hastalıklarının oluşumu üzerine yeni bir teoriyi içeren araştırmaları yayımlanmaya başlayınca, kolesterol teorisi ikinci palana düşmüştür. Hâlbuki kolesterol halk diline girmişti, süpermarketlerde ve yiyecek reklâmlarında "kolesterolsüz" kelimesi "sağlıklı " kelimesiyle eş anlama geliyordu ve çok sayıda araştırıcı kolesterol teorisini inceden inceye irdelemişti, üstelik kolesterol, çok heyecan ve umut verici bir konu veteorilerle dolu olduğu için belirsiz yeni teorilerle kafaları karıştırmak istemiyorlardı. Kardiyovasküler risk faktörü olarak görülen homosisteinin tekrar saygı kazanmasından çok mutlu olan Dr. Mc. Cully, atheroskleroz yani arterlerin yağlar ya da diğer maddelerle tıkanmasını "protein zehirlenmesi" olarak adlandırmaktadır. Amerikalılar kolesterolü düşürmek için yağlardan uzak durulması üzerinde yoğunlaşırken, Dr. Mc. Cully homosistein düzeyini düşürmek için hayvansal protein tüketiminin azaltılması gerektiğine inanmaktadır.
Bu teoride, folk asit, vitamin B6 ve vitamin B12'lerin diyetle eksikliğinin kanda homosistein seviyesini yükselterek kalp hastalığını tetiklediği ileri sürülmektedir. Bu nedenle yeme ve içmemize dikkat göstererek doğal ürünleri tercih etmeliyiz.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.