Dış etkenlerden kaynaklı olarak ortaya çıkan stresin yanında, kişilerin kendi içlerinden, kendi kendilerine yarattıkları stres kaynakları da mevcuttur. Dış kaynaklı stres belki her zaman yok edilemeyebilir, ancak kişi kendi içinden yarattığı stres kaynağını yok edebilme gücüne sahip bir canlıdır. Kişinin kendi içinden yarattığı bu stres kaynaklarını yok edebilmesi için her şeyden önce kendisini keşfedebilmeli, kendisini çok iyi tanıyabilmelidir.
İçimizden yarattığımız stres kaynaklarını yok edebilmek için işe kendimizi tanıyarak başlayabiliriz. Kendimizi nasıl tanıyabiliriz? Kişinin kendisini tanıması belki biraz zor olabilmekte, belki biraz zaman alabilmektedir, belki de biraz tecrübe gerektirmektedir, ancak imkânsız da değildir. Burada şöyle bir söylemde bulunabilirsin, insan hiç kendisini tanımaz mı? Elbette ki bütün insanlar kendilerini pek ala tanıyordur. İnsanın kendisini bilmesi başkadır, kendisini tanıması başkadır bu ikisi arasında küçük ayrım vardır ki birçok kişi bu ayrımı yapamamaktadır. Dolayısıyla kendimi biliyorum demekle kendisini tanıdığını sanmaktadır.
Somut veya soyut bir olay karşısında vereceğin tepkiyi bilmek kendini bilmek iken, somut veya soyut bir olay karşında hissedeceğin duyları bilmek ve içindeki potansiyelden haberdar olabilmek kendini tanımaktır. Örneğin bir arkadaşınızla sohbet esnasında arkadaşınızın, ya geçenlerde falancayla karşılaştım ayaküstü konuşurken bana çok ağır sözler sarf etti ve ben bu sözler karşısında ne yapacağımı bilemedim dediğini farz edelim. Arkadaşınızın bunları anlatmasının akabinde eğer siz, ben olsaydım tekme tokat girişirdim( elbette ki şiddet hoş bir davranış değil burada örnek olması açısından verilmiştir) dediğiniz zaman burada siz bu olay karşısında vereceğiniz tepkiyi biliyorsunuz yani kendinizi biliyorsunuz demektir.
Bir arkadaşınızın maazallah annesini kaybettiğini farz edelim. Başka bir arkadaşınızla konuşurken arkadaşınız, ya falanca annesini kaybetmiş çok ağlıyordu dediği anda siz, onun yerinde ben olsaydım bende ağlardım diyebiliyorsanız ölüm olayı karşısında vereceğiniz tepkiyi bildiğiniz için bu konuda kendinizi biliyorsunuz demektir. Ancak siz daha önce hiç yakınınız olan birisini kaybetmediyseniz, sevdiğiniz bir insanın ölümüyle karşı karşıya kalmadıysanız ölüm olayı karşısında neler hissedeceğinizi, nasıl duygular içerisine gireceğinizi, ölüm olayının ruhsal durumunuzu nasıl etkileneceğini bilemiyorsanız, ölüm olayında siz kendinizi tanımıyorsunuz demektir. Birçok insan içinde ki potansiyelden tamamıyla bihaberdir. Nelere yetenekli olduğunu bile bilmemektedir. Kişinin çok güzel dans edebilme yeteneği var iken bunun farkında olmadığından bu yeteneği hiç kullanmamıştır. Oysaki bu yeteneğinin farkında olsaydı yani kendini tanıyor olsaydı belki de ünlü bir dansçı olabilecekti.
Kendinizi tanımaya kendi kendinize sorular sorarak başlayabilirsiniz. Herhangi bir olay karşında ben ne hissediyorum? Bu olayı ben nasıl algılıyorum? Hayatıma giren bu olaya ben nasıl yorum yapıyorum? Bu olay karşısında benim ruhsal durumum nasıl etkilendi? Bu alaya ben nasıl bir anlam yükledim? Bu olaydan çıkardığım sonuç nedir? Bu olaydan kazançlarım kayıplarım neler oldu? Bu olay 5 yıl önce olsaydı ben ne hissederdim? Bu olayla 5 yıl sonra karşılaşsam ben neler hissederim? Bu olay bana neler öğretti? Arkadaşımın yerinde ben olsaydım bu olay karşısında neler hissederdim( empati yapabilmek, yani kendini karşındaki kişinin yerine koyarak onun gibi düşünmek )? Kardeşimin yerinde ben olsaydım bu olay karşısında duygularım ne olurdu? Arkadaşımın yerinde ben olsaydım bu olay karşısında ruhsal durumum nasıl etkilenirdi? Bunlara benzer sorularla kendinizi tanıma yolunda ilk adımlarınızı atabilirsiniz.
Kişinin kendi kendisine yarattığı en önemli stres kaynaklar
a )Mükemmeliyetçilik duygusu ve meli, malı ekleri
b)Olayın kontrolünde olmak
c ) Olayları algılama ve yorumlama biçimi olarak incelenilmektedir.
MÜKEMMELİYETÇİLİK DUYGUSU VE MELİ, MALI EKLERİ
Kişilerin kendi içlerinden yarattıkları en önemli stres kaynağı mükemmeliyetçilik duygusudur. Bu duygunun çok yoğun yaşanması insanlarda psikolojik rahatsızlıklara yol açabilmektedir. Psikiyatri servislerinde yatağını saatlerce düzelterek üzerinde iki dakika oturduktan sonra kalkıp yine saatlerce düzelten, bir su bardağını 2 saat yıkadıktan sonra bir bardak su içip tekrar bardağı 2 saat yıkayan vb. hastalar mevcuttur. Çünkü bu hastalar yaptıkları her şeyin mükemmel olmasını isteyen ve bunun için uğraşan insanlardır. Yatağımı çok güzel düzeltmeliyim öyle gergin olmalı ki üzerinde para bile sektirebilmeliyim, yatağın örtüsünde hiç potluk olmamalı. Bardağı öyle yıkamalıyım ki üzerinde bir su lekesi, bir kireç lekesi kalmamalı, bardağın kullanıldığı bile hiç fark edilmemeli vb. mükemmel olma çabaları insanı strese sokmakta hatta bu duygunun daha yoğun yaşandığı insanlarda psikolojik hastalıklara sebep olmaktadır.
Stres; yaptığım her işi mükemmel yapmalıyım, mutlaka yeterli olmalıyım, mutlaka başarılı bir insan olmalıyım, yaptığım işlerde hiçbir yanlış, hiçbir eksiklik olmamalı çünkü benim başka bir alternatifim yok vb. düşüncelerden yani mükemmel olma duygusundan kaynaklanmaktadır. Bu stres kaynağı insanın kendi kendisine, kendi içinden yarattı bir stres kaynağıdır. Çünkü burada bir zorunluluk vardır ki zorunluluk varsa bir stres, bir çatışma vardır demektir. Buradaki zorunluluk cümle sonlarında ki meliyim, malıyım yani meli, malı ekleridir. Bu ekler zorunluluk bildiren, zorunluluğu ortaya çıkaran eklerdir ve kişiler üzerinde bir stres kaynağıdır. Çünkü kişi olmalıyım, yapmalıyım, etmeliyim, başarmalıyım, gitmeliyim vb. söylemlerde bulunuyorsa mutlaka, olmalı, yapmalı, etmeli, başarmalı, gitmelidir. Bu sözleri söyleyen kişi ortaya bir gereklilik, bir zorunluluk çıkarmaktadır.
Burada kişi kendisine başka bir alternatif bırakmamakta ve kurduğu bu cümlelerle kendisi, kendi üzerinde baskı oluşturmakta ve bu baskı sonucunda strese girmektedir. Baskı ister dış kaynaklı olsun isterse iç kaynaklı olsun sonucu genellikle stres olmaktadır. Oysaki cümle kuruluşlarını ve son kelimedeki meli, malı, yani meliyim, malıyım eklerini değiştirerek zorunluluğu, gerekliliği ortan kaldırabilmek ve buna bağlı olarak ortaya çıkabilecek stresi yok edebilmek mümkün olmaktadır. Kişilerin meli, malı ekleri yerine bilirim ekini kullanmayı düstur( kural ) haline getirmeleri bence kendilerine yapacakları en güzel iyilik olacaktır.
Kişi olmalıyım yerine olabilirim, yapmalıyım yerine yapabilirim, etmeliyim yerine edebilirim, başarmalıyım yerine başarabilirim, gitmeliyim yerine gidebilirim vb. şeklinde cümleler kurarsa zorunluluğu ortan kaldırmış olacak ve böylelikle üzerinde ki baskı kalkacak baskının sebep olduğu stres ise doğmadan ölecektir. Eğer kişi yapabilirim diyorsa burada aynı zamanda yapamayabilirimde demek istiyordur. Yani kişi kendisini zorunlu tutmamaktadır ben denerim ama belki yaparım beklide yapamam diyerek kendisine birde yapamama alternatifini koymaktadır. Hım bakın bu çok güzel bir şeydir, insanın kendisine başka seçenekler yaratabilmesi kendisinin kendi üzerinde kuracağı baskıyı azaltması demektir.
Yani ben zorunlu değilim yapabilirim ama yapamayabilirimde, denerim ama olur ama olmaz diyebilmek kendini zorlamamak, kendini mecbur tutmamak zorunluluktan kaynaklı çıkabilecek stresi bertaraf edebilecektir. Örneğin yarın sınavı olan bir öğrenci ben bu sınavda mutlaka başarılı olmalıyım, bu sınavı başarmalıyım dediği anda bu çocuk kendisini yoğun bir strese maruz bırakacaktır. Bu yoğun stres altında sınava giren bir çocuk muhtemeldir ki pek başarılı olamayacaktır. Çünkü yoğun stres dolayısıyla vücut kimyasalları değişecek, duygu durum değişiklikleri olacak ve aynı zamanda fizyolojik bazı olumsuzluklar yaşayacaktır.
Şunu da belirtmek gerekir ki burada hiç stres olmasın demiyorum. Çünkü başarılı olabilmek için bir miktar strese ihtiyaç vardır. Ancak burada ki stresin miktarı önemlidir biraz olması kişiyi çalışması konunda motive etmekte, isteklendirmektedir. Yukarıdaki örnekte çocuğun stres kaynağı zorunluluktur yani başarmalıyım demesinden kaynaklandığı için ortada bir baskı oluşturmakta ve bu baskıdan dolayı oluşan stres yoğun olmaktadır. Oysaki bu çocuk ben bu sınav başarabilirim deseydi kendisini baskı altında bırakmayarak stres yaşamayacaktı. Çünkü çocuk burada başarabilirim diyerek aynı zamanda kim bilir beklide başaramayabilirim demektedir. Böylelikle kendisine ikinci bir seçenek daha sunmakta ve buda ortadaki zorunluluğu kaldırarak stresin oluşmasını engellemektedir. Bu çocuk başarabilirim diyerek kendisinde bir stres yaratmakta ancak başaramayabilirim demekle de stresin bir kısmını yok etmekte ve ihtiyacı olan stres miktarına ulaşabilmektedir. Yeterli miktardaki strese sahip olduğundan dolayı da başarılı olma ihtimalide çok yüksek olmaktadır.
OLAYIN KONTROLÜNDE OLMAK
Stresi ortadan kaldırabilmek için olayları kontrolünüz altına almalısınız. Yani siz olayların kontrolünde değil olaylar sizin kontrolünüzde olmalıdır. Eğer kişi olayı kendi kontrolüne alabilirse belki bazı olayları kontrol edemeyebiliriz ancak birçok olayı kontrol edebilmek mümkün olduğundan dolayı buradan kaynaklanan stresi kaldırabiliriz. Stresle başa çıkan insanların çoğu, kendilerinin olaylar üzerinde etkilerinin olduğuna inanan insanlardır. Şunu da söylemekte fayda var ki inanmak, başarmanın yarısıdır. Eğer yapabileceğinize inanırsanız, yaparsınız, eğer yapamayacağınıza inanırsanız da yapamazsınız. Ben stresi kontrol edebilirim diyorsanız kontrol edebilirsiniz, kontrol edemem diyorsanız da edemez ve strese maruz kalırsınız.
Kişi herhangi bir olay karşısında, bu olay benim kontrolüm altındadır. Dolayısıyla istediğim zaman değiştirebilirim, hım bakın burada değiştirmeliyim kelimesini değil değiştirebilirim kelimesini kullanarak bu kişi zorunluluğu üzerinden kaldırmıştır. Bu aynı zamanda olayı da kendi kontrolü altına aldığını da göstermektedir. Bu kişi eğer değiştirebilirim kelimesi yerine değiştirmeliyim kelimesini kullanmış olsaydı o zaman bu kişi olayın kontrolünde olacaktı. Örneğin bir çocuk annesinden anne yarın bana çikolata alır mısın diye sorduğunda eğer annesi alırım derse anne yarın mutlaka çikolatayı almak zorundadır. Burada anne kendisine zorunluluk çıkartmış, kendi üzerinde baskı oluşturarak strese girmiştir. Aslında yarın hiç boş zamanı yoktur ama bu sözüyle mutlaka bir boş zaman yaratmak zorundadır ki bakkala gidebilsin. Anne bu sözüyle olayın kontrolüne girmiştir.
Bence annenin strese girmesi de normal çünkü alırım demekle mutlaka almalıdır hele bir almasın vay canına, çocuk fitil fitil burnundan getirir gece gece açık dükkân aramak zorunda kalır. Oysaki anne alabilirim deseydi burada aynı zamanda alamayabilirim de demek istediğinden yani kesin bir söz vermediğinden dolayı, olay kendi kontrolünde olacaktır. Aynı zamanda kendi üzerinde bir baskı oluşturmayacak yani illaki boş bir zaman yaratmalı ve almalıyım zorunluluğundan kaynaklanan baskıyı kaldırmış olacağından dolayı strese girmeyecekti.
Ertesi gün çocuk annesine aldın mı diye sorduğunda eğer alamadıysa rahatlıkla hayır diyebilir ve çocuğunda herhangi bir tepkisi olmaz. Neden almadın anne? Vaktim yoktu evladım, hem de ben sana alırım diyerek söz vermedim ki diyebilmekte ve olayı kendi kontrolü altına alabilmektedir. Bakın burada kullandığımız ekleri değiştirerek hem zorunluluğu ve baskıyı ortadan kaldırabilmekte, hem de olayları kontrolümüz altına alabilmekteyiz. Burada yaptığımız çok küçük bir değişiklik hayatımızın daha stressiz geçmesini sağlayabilmektedir. Bunu yapabilmek çok da çaba gerektirmeyen bir iştir ve hemen hemen herkesin yapabileceği çok kolay bir yöntemdir. Tek yapmamız gereken zorunluluk eklerini cümlelerimizden kaldırmaktır.
OLAYLARI ALGILAMA VE YORUMLAMA BİÇİMİ
Olayları algılama biçimimizde kendi kendimize yarattığımız bir stres kaynağı olabilmektedir. Bir kişi için dağ görünen bir başka kişi için tepe görünebilmektedir. Burada dağ olarak gören kişi tepe olarak gören kişiden daha yoğun bir stres yaşamaktadır. Yani bir kişi herhangi bir olaydan %10 olarak etkilenirken bir başka kişi aynı olaydan %80-90-100 etkilenebilmektedir. Buradaki olay aynı olay olduğuna göre kişilerin olayları anlamlandırmasın da, algılamasında bir farklılık var demektir. Örneğin iki öğrenci var ve ikisi de üniversite sınavında başarısız oldu. Öğrencilerden birisi bu başarısızlığın karşısında yoğun bir stres yaşıyorken diğeri çok az bir stres yaşamaktadır.
Olay aynı olay olmasına karşın kişilerin yaşadığı stres miktarı farklılık göstermektedir. Bu farklılık ise olayı anlamlandırma, algılama, yorumlama farklılıklarından kaynaklanmaktadır. Başarısız olan öğrencilerden birisi bu başarısızlık sonucunda ben artık yolun sonuna geldim, ben artık hiçbir zaman bu sınavda başarılı olamam, hayatım mahvoldu, ben bittim, artık benim bir geleceğim yok, emeklerim heba oldu şeklinde yorumlayarak haftalarca, aylarca ağlayıp sızlanıp, hatta hastalanıp yataklara düşmektedir. Diğer öğrenci ise bu yılki başarısızlığım benim için bir tecrübe oldu, üniversite sınavı hakkında artık bir deneyime sahip oldum, bu sene başarısız olmam gelecek yılda başarısız olacağım anlamına gelmez, hangi derslerden ve hangi konulardan yetersiz olduğumu öğrendim ve böylelikle nelere ağırlık vermem gerektiği konusunda fikir sahibi oldum şeklinde yorumlamaktadır. Bakın burada ki olay aynı olaydır ancak bu olaya yüklenen anlam farklılıkları dolayısıyla kişilerin yaşadığı stresin şiddeti artmak veya azalmaktadır. Eğer olaylara bakış açımızda, olaylara verdiğimiz anlamlarda ve sonuçları yorumlama tarzımızda değişikli yapabilirsek kendi kendimize yarattığımız stres kaynağını ortadan kaldırabilir ve stresi yönetebiliriz.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.