Nâilî'nin hayatı hakkında pek fazla ayrıntı yoktur. Bunun sebebi olarak büyük ve önemli bir devlet memurluğu yapmadığı, devletin ve dönemin ileri gelen kişileriyle bir yakınlığı bulunmaması ve devrin herhangi bir önemli olayı içinde görülmemesidir. Nâilî, şiirden başka bir alanda söz sahibi olmamış, Dîvan'ından başka eser vermemiştir. İşte bu sebeplerden tezkirelerde adı çok nadir ve genellikle kısa olarak anılır ve dönemin tarihçileri onun hakkında ayrıntılı bilgi vermemişlerdir. Bu durumda Nâilî'nin hayatı araştırılırken tezkirelerdeki kısa bilgilere bakmamız gerekir. Tezkirelerin verdiği kısıtlı bilgiye göre Nâilî'nin asıl adı Mustafa'dır. İstanbul'un orta halli memur ailelerinden birinden olduğu anlaşılıyor. Babası maden katiplerinden Piri Halife adında bir kişidir. Bu yüzden bazı kaynaklarda Nâilî, Pirizade olarak geçer. Nâilî'nin doğum yılı belli değildir. Bununla birlikte divanının bazı parçalarından onun 1600 lü yıllarda yaşamış olduğu sonucu çıkartılabilir. Nâilî bir kasidesinde 55 yaşına geldiğini söylüyor. Bu kasideden de en az 55 yaşına kadar yaşamış olduğu çıkartılmıştır.
Safayi'nin tezkiresinde Nâilî için geçen "evail i halinde tahsil-i maarif-i bi-hisabdab sonra.... " cümlesinden, Nâilî'nin iyi bir eğitim aldığını görüyoruz. Aslında şiirlerine baktığımızda bu eğitimin izlerini rahatlıkla görürüz. Gençliğinde Nâilî, babasının katiplik yaptığı maden kalemine girmiş, burada derece derece yükselerek baş halifeliğe kadar çıkmıştır. Nâilî'nin ömrü boyunca kalemdeki gelirinden başka geliri olmadığı anlaşılıyor. Yani bu demektir ki Nâilî, dönemin şairleri arasında popüler olan devlet büyüklerine kasideler, gazeller yazıp gelir kapısı elde etmeye çalışması gibi bir çabaya girmemiştir veya bu çabalarında başarılı olamamıştır. Bu durumda Nâilî kendisinin de deyimiyle "fakr-u zaruret" bir hayat yaşamıştır. Bu yüzden de hemen tüm kasidelerinde hayatından memnun olmadığını dile getirmiştir.
Nâilî'nin, hayatı boyunca çektiği sıkıntılar, onun yaşlılık döneminde doruğa çıkmıştır. Yine Safayi'nin tezkiresine göre, Nâilî'yi çekemeyenlerin attığı iftiralar yüzünden şair, dönemin sadrazamı Köprülüzade Fazıl Ahmed Paşa'nın gazabına uğramış, memurluktan atılarak sürgün edilmiştir. Bu konuyla ilgili başka bilgi olmasa da, Nâilî'nin Köprülüzade'ye yazdığı, affını istediği şiirlerine dayanarak bu olayın doğruluğunu teyit edebiliriz. İstanbul'dan uzaklaştırıldığında Nâilî'nin sürgün hayatını diğre bir çok sürgün şair gibi Edirne'de geçirdiğini Nâilî'nin kasidelerinden anlıyoruz. Örneğin şair bir şitaiyesinde (şitaiye: kış mevsimini anlatan şiirler) Edirne'de kış mevsimini anlatmıştır.
Ömrünün son yıllarını gurbette acı içinde geçiren Nâilî, bağışlanması için çok uğraşmış, çeşitli devlet büyüklerine, bil hassa Köprülüzade'ye pek çok şiirler, mektuplar yazmıştır. Nâilî'nin bu kadar çabasına karşın sonunda muradına erdiğini, İstanbul'a döndüğünü yine şiirlerinden anlıyoruz.
Nâilî, 55-60 yaşları civarlarında, İStanbul'da ölmüştür. Bu konuda daha fazla bilgi yoktur.
Sanatı:
Nâilî'nin XVII. yüzyıl Türk Edebiyatı ve hatta bütün Türk Edebiyatının büyük şairlerinden biri olduğu aşikardır. Nâilî'nin yaşadığı dönemden itibaren tüm kaynaklar onun şiirini övmüş, şiire yenilik getirdiğinden bahsetmişlerdir. GErçekten Nâilî'nin şiirlerinde, daha önce görülmeyen yeni bir üslup görüldüğü, şiirde yeni bir çığır açtığı hemen sezilir. HEr kelimeyi yerli yerinde ve etkili kullanır.
Nâilî, Sebk-i Hindi üslubunun tüm özelliklerini yansıtır. Buna bağlı olarak, anlama sözden çok önem verir. Nâilî'nin beyitlerinin anlamı son derece girift ve ince işnemiştir. Bu yüzden beyitin anlam derinliğine varmak oldukça güçtür. Sebk_, Hindi'nin bir başka özelliği, aklın yerine hayalin ön plana geçmesi Nâilî'de de görülür. Nâilî'nin beyitlerinde hayale geniş yer vardır ve hayaller genişledikçe beyiti anlamak zorlaşır.
Izdırap, Nâilî'nin şiirlerinde geniş yer tutar. Nâilî, yapı olarak zayıf, çelimsiz, hastalıklı, narin bir yapıdadır. Tüm bunların üstüne yaşadığı fakir hayat, çektiği zorluklar, sürügün hayatı. . vs eklenince, şairin şiirlerinde acı doğal olarak ön plana çıkmıştır.
Hin Üslubunun bir başka özelliği olan mübalağayı Nâilî sık sık kullanmıştır. Fakat Nâilî'nin mübalağası hemen hemen her zaman soyut kavramlar üzerine kurulmuştur.
Bunlar dışında Nâilî'nin şiirlerinde tasavvuf, umutsuzluk, soyut bir kavram olan "hayret" üzerine kurulmuş bir hayal derinliği, uzun tamlamalar, tezatlar iç dünya tasviri... da görülür. Yalnız burada bir parantez açmak gerekirse Nâilî'de tasavvuf, tıpkı Fuzuli'deki gibi geri plandadır. Yani Nâilî tasavvufu bir amaç değil, bir araç olarak görür. şiirlerinde ilk önceliği tasavvufi düşünceyi vermek değil, sanattır. Ancak tasavvuf bu sanat potasında eritilip öyle verilmiştir.
Nâilî'nin şiirlerindeki dil genellikle süslü ve ağdalı bir dildir. Uzun tamlamalar dikkat çeker. Bu yüzden de şiirlerini anlamak ekstra zorlaşır. Bununla birlikte Nâilî'nin dili ince ve zariftir. Ahenge önem verilir ve ahenge uygun olmayan kelimeler genellikle kullanılmaz.
Yabancı kelimelerin sıkça kullanılması Nâilî'nin dilinin bir başka özelliğidir. Zaten bu durum Nâilî'nin dilini ağır ve anlaşılmaz yapar.
Bunlar dışında Nâilî'nin dili için söylenebilecekler; soyut tamlamalara çokça yer vermesi, soyut kelimelerin somut kelimelerle birleştirilerek tamlamalar yapılması... vs. dir.
Eserleri:
Nâilî'nin tek eseri Divan'ıdır. Eser alışılmış bir Divan tertibindedir. Başta dini şiirler, (münacaat vs), kıt'alar, rubai ve müfredler, şarkılar ve tarihler sıralanmıştır. Divan'da 4413 beyitlik 2 münacaat, biri Hz. Ali, diğeri Hz. Hüseyin, sekizi de Hz Muhammed'le ilgili 10 na'at, 29 medhiye, terci-i bend şeklinde bir mersiye, 4 müseddes, 1 terkib-bend, 1 tahmis, 390 gazel, 1 müstezad, 18 kıt'a, 8 rubai, 5 beyit, 11 şarkı ve 6 tarih vardır.
Son olarak Nâilî'nin şiirlerinden bir kaç örnek verelim:
Hevâ-yi aşka uyub kûy-i yara dek giderüz
Nesîm-i subha refikiz bahâra dek giderüz
Pelâs-pâre-i rindî be-dûş u kâse be-kef
Zekât-ı mey verilür bir diyâra dek giderüz
Tarîk- fâkada hem-kefş olub Senaî'ye
Cenâb-ı Külhani-i Lây-hâra dek giderüz
Verüb tezelzül-i Mansur'u sâk-ı arşa tamam
Hudâ Hudâ diyerek pâ-yı dâra dek giderüz
Ederse kand-ı lebün hâtır-ı mezâka hutûr
Diyâr-ı Mısr'a değil Kandehâr'a dek giderüz
Felek girerse kef-i Nâiliye dâmânun
Senünle mahkeme-i Kirdigâr'a dek giderüz
******
Yakar mı nâme-berin yoksa yâra değmez mi
Niyâz-nâmemiz ol gam-güsâra değmez mi
Bizi unuttu mu yoksa peyâm-ı sıhhat-ı yâr
Bu memlekette garîb-üd-diyâra değmez mi
Bir âşinâlığı ol mâh-ı çâr-ebrûnun
İki cihanda da ömr-i dû-bâra değmez mi
Bahârı n'eyleriz ol gül-izâr-ı gonce-femin
Gülüp açılması bin nevbahâra değmez mi
Ne denli saklasan ey köhne pîr-i nâ-bâliğ
Tecemmülün yine mîrâs-hâra değmez mi
Kadem kadem gece teşrîfi Nailî o mehin
Cihân cihân elem-i intizâra değmez mi?
******
Yemm-i âteş-hurûş-ı dilde oldukça sükûn peydâ
Eder her dağ-ı hasret tende bir girdâb-ı hûn peydâ
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.