Suçun kaynağı nedir? Suçluların henüz harekete geçmeden tespit edilmelerini sağlayacak fizyolojik ipuçları var mıdır, suçu önlemek için neler yapılabilir, suçluların ıslahı nasıl sağlanır ? Bu ve benzeri sorular yüzyıllardır filozoflar din ve devlet adamları ve son olarak bilim insanlarının kafalarını kurcalamış ve bunlara dair çeşitli teoriler ileri sürülmüştür.
Bu makalemizde insan olgunun medeniyeti var etme serüveninde, toplum hayatıyla birlikte ortaya çıkan en büyük soruna: ‘’Suç ve Suçlu’’ biyolojik açıdan nasıl baktığı ve bunun hayatımıza nasıl yansıdığı tarihte nelere yol açtığı irdelenmektedir.
Daha antik çağlarda, çirkin ve deforme kişilerin bela ve kötülüğün belirtisi oldukları sanılır ve bunlardan uzak durulmaya çalışılırdı . Hatta Orta Çağ’da çeşitli suçlarla ilgi olarak mahkemeye çıkarılan sanıkların suçluluğu, konusunda ikilemde kalındığında fizyonomik olarak daha çirkin ve kaba olanın suçu işlediği kabul edilirdi. Aristo’yla birlikte hukuk sistemi içinde ele alınan ‘’suçluluğun kaynağı’’ sorunsalı modern bilimin çok boyutlu olarak gelişmeleri ele aldığı 21. yüzyıla kadar suçun kaynağını bireyin genetik ve fizyolojik özelliklerinde aranmıştır. İlkel toplumlarda kaba, iri vücutlu kalın ses tonuna sahip, yüz hatları geometrik olarak kaba, ten rengi koyu tiplerin tehlikeli ve suça meyilli olduğunu yazan kaynaklardan günümüze insanlar-toplumlar kendilerini suç ve suçlulardan korumak için hep belirgin fiziksel ipuçları aramışlardır. Bu arayışın sonucu olarak özellikle 18. yüzyıldan itibaren suça meyilli kişilik tiplerine yönelik metodik olarak yetersiz de olsa birçok bilimsel araştırma yapılmıştır.
Erken Dönem Biyolojik suç Teorileri olarak adlandırılan bu çalışmaların ilki, İtalyan Bilim adamı Lambrosso (1866-1909) Suçlu Adam adlı eserinde insandaki anatomik, genetik ve fizyolojik anormallikler üzerinde yoğunlaşmış bu çalışmalarının sonucunda suçluları üçe ayırmıştır:
a) Atavistik suçlular( Doğuştan suça meyilli doğanlar): Bu kişiler ilkel insanın sahip olduğu fiziksel özelliklere sahip( uzun kollar, kıvrımlı burun, gorilsi kafa yapısı. . ) zihinsel olarak düşük kapasiteli, dürtülerinin kontrolünde kişilerdir. Lambrosso bu tip suçlular üzerinde özel olarak durmuş ve bu suçlu tipine ‘stigmat’ adını vermiştir. Bu suçlu tipinin fiziksel özelliklerine dair de şunları söylemiştir: “Vahşilerde ve renkli ırklarda özellikler suçlularda da bulunmaktadır. Örneğin, saçlarda azalma, kuvvet ve kilo kaybı, kafatası hacminin küçüklüğü, basık ve dar alın, kafatası kemiklerini kalınlığı, çene ve elmacık kemiklerini olağanüstü gelişmiş olması, derinini renginin koyuluğu, çok ve kıvırcık saç, büyük ve yelken kulaklar, iki cinste birbirine benzeme, yani kadınlarda erkekleşme, erkeklerde erkekler de kadınlaşma, genetik faaliyetlerde azalma, daha az acı duyma, manevi açıdan duygusuzluk, pişmanlık duygusunun olmaması, kendini çok beğenme, cesaret gerektiren yerlerde cüretkarlık ve bunu izleyen korkak davranışlar, batıl inançlara sahip olma, kendine özgü ahlak anlayışı’’
b) Akıl Hastası suçlular: Bu kişiler de doğuştan getirdikleri bazı özellikler nedeniyle suç işleme eğilimlerini kontrol edemezler fizyolojik olarak belirgin nitelikler taşımasalar da davranışsal olarak kontrol edilemez histerik ruh halleri bunları ayırt eder.
c) Kriminaloidler: Hormonal dengesizlikleri nedeniyle ihtiraslarının esiri olarak suç işleyen tipler. Bunlar da fizyolojik özellikleriden ziyade hiperaktiviteleri ve agresyonlarının yüksek oluşu sayesinde ayırt edilirler.
Bu alanın bir diğer önemli ismi Psikolog ve aynı zamanda tıp Doktoru William Sheldon’dur. Sheldon’un araştırmaları bugün bile üzerinde tartışmaları yapıldığı sonuçlar sunmuştur. Sheldon , belirli fiziksel özelliklerle kişilik ve mizaç arasında ilişki olduğunu saptamıştır.
Sheldon , insanları suç ve davranış ilişkileri bakımından dört farklı kategoriye ayırmıştır:
a) Endomorf Tip: Bu tipte kişiler çoğunlukla yumuşak huylu, hafif şişmanca, itaat etmeye yatkın, fiziksel etkinliklerden zevk almayan özelliklere sahiptirler.
b) Mezomorf Tip: Kalın kemikli , kasları gelişmiş, atletik yapılı , fiziksel olarak aktif, kendini zorla kabul ettiren , cüretkar ve dik kafalı tiplerdir.
c) Ektomorf Tip: Genellikle uzun boylu , içe dönük, zayıf kişilerdir.
d) Dengeli Tip: Dikkat çeken belli özellikleri olmayan, karışık, kombine tiplerdir.
Sheldon bu tipler içinde en fazla mezomorf tiplerin suç işlemeye meyili olduklarını ileri sürmüştür. ( 200 suçlu arasında yapılan araştırmada % 60 ‘ının mezomorf tip olduğu ortaya konulmuştur. )
Son olarak doğrudan suç kavramıyla ilişkili olmasa da akıl sağlığı ve suç ilişkisi bakımından önemli bir kaynak olan Alman psikiyatr Ernst Kretchmer’in, 1921 yılında yayınladığı “Beden Yapısı ve Kişilik” adlı eseri suç ve biyoloji ilişkisini açıklamada kullanılan önemli bir kaynaktır.
Kretchmer, beden tipi ve bazı akıl hastalıkları arasında bağlantı olduğu düşüncesini ileri sürmekteydi ve kişileri üç tip beden yapısına göre sınıflandırıyordu:
a) Piknik Tipler, orta boylu, yuvarlak hatlı, yumuşak, geniş yüzlü, kısa ve kalın boyun ve yumuşak ellere sahip kişiler,
b) Atletik Tipler, adaleleri ve bedenleri gelişmiş, geniş omuzlu kişiler,
c) Astenik Tipler, ince yüz, boyun, beden, kollar ve bacaklara sahip kişiler.
Kretchmer bunlara, displastik adını verdiği bir dördüncü tip eklemektedir. Bunlar fizik anomalileri ve orantı bozuklukları olan kişilerdir.
19. yüzyılda yapılan bu çalışmalar birtakım metodik hatalar; beyinin yapısı, insan fizyolojisi, genetik bilimiyle ilgili bilgilerin günümüzdeki kadar gelişmemiş olmaması sebebiyle reel bilimsel verilerle örtüşmemesi yüzünden günümüzde değerlerini kaybetmişlerdir. Suç biyolojisiyle günümüzde daha çağdaş ve bilimsel sorgulanabilirliği yüksek araştırma ve teoriler öne çıkmaktadır.
Modern bilimin imkan ve bakış açısıyla günümüzde daha çok genetik, biyokimya, nörofizyoloji, endokrinoloji gibi alanlarda yoğunlaşan çalışmalar suç biyolojisinde makul ve mümkün önermeler olarak itibar görmektedir. Çağdaş bilimin sunduğu veriler ve imkanlar ışığında yapılan çalışmalara baktığımızda:
Genetik Teoriler
Suçlu davranışın soyaçekimle yakın ilgisi olduğu savunulmuştur. Rosenthal (1970), soya çekime bağlı suçluluğun adaylarını dört grupta toplanmaktadır.
1. Bedensel yapı bakımından suça yatkınlık gösterenler: Adaleli ve atletik gençler diğerlerine oranla suça daha yatkındırlar.
2. Beyin anormallikleri olanlar: Mahkumların EEG’leri çekilmiş ve bunlarda EEG düzensizlikleri, dürtülerini kontrolde ve karar vermede bozukluklar belirlenmiştir. Belirli tip suçları işleyenlerin EEG’lerinde bozukluğa daha çok rastlandığı ortaya çıkmıştır.
3. Akıl zayıflığı olanlar: Geri zekalılık suçların %50’sinin belirgin bir özelliğidir.
4. Genetik anormallikleri bulunanlar.
a) Aileler Üzerinde Yapılan Araştırmalar
İlk çalışmalar aile şecerelerinin (soy ağaçlarının) incelenmesi şeklinde yapılmıştır. Bunların en ünlüleri Henri Goddard’ın 1916’da Kallikak ailesi üzerinde, Richard Dugdale’in 1942’de Jukes ailesi üzerinde yaptığı çalışmalardır. Her iki ailede de çok sayıda suçlunun bulunması soyaçekimin çok da gözden uzak tutulacak bir faktör olmadığı izlenimini uyandırmıştır. Özellikle Goddard, geri zekalılığın %50 soyaçekim yoluyla geçtiğini ve zamanla suçluluğa yol açtığını belirtmiştir. Dugdale ise, soya çekimin tek başına yeterli olamadığını, bireyin kişiliğinin oluşmasında çevreninde önemli bir rolü olduğunu kabul etmekteydi.
b) İkizler Üzerinde Yapılan Araştırmalar
Tercih edilen bir araştırma türü de, ikizleri üzerinde yapılandı. Tek yumurta (monozygotic) ve ayrı (dizygotic) ikizleri incelemiş ve bunların kişilik ve davranış açısından benzerlikleri saptanmaya çalışılmıştır.
İlk araştırma Johannes Lange (1930) tarafından Almanya’da yapılmıştır. Lange, biri cezaevinde olan 30 çift ikiz incelemiştir. Tek yumurta ikizlerinin benzeşme oranının %77, ayrı yumurta ikizlerinin ise %12 olması Lange’yi kalıtım yolu ile edinilen eğilimlerin suça etkisinin büyük olduğu sonucuna götürmüştür. Bunu Legras ve Kranz’ın çalışmaları izlemiştir. Bunların da bezer sonuçlar verdiği görülmektedir.
c) Kromozomlar Üzerinde Yapılan Araştırmalar
Normal insan hücresinde 23 çift yani 46 adet kromozom bulunur. Bunlar güçlü bir mikroskop altında incelenebilir. Farklı kromozomlarda farklı genler vardır. 23’üncü çift kromozom kişilerin cinsiyetini belirlemektedir. Normal erkek hücresinde bir X birde Y kromozomu vardır. Normal kadın hücresinde ise iki adet X kromozomu bulunur. Nadiren X kromozomunun eksik veya fazla olduğu kişiler de vardır. Bu ise mongolizm veya zeka geriliğine neden olur.
60'’lı yılların sonlarında ve 70’li yılların başlarında saldırgan erkek suçlularda, özellikle mala karşı suç işleyen gençlerde kromozom anormallikleri olduğu hipotezi ileri sürüldü. 1965’'de Patricia Jacobs ve arkadaşları İskoçya’da suç işleme eğiliminde olan tehlikeli akıl hastalarının bulunduğu bir hastahanede yapmış oldukları araştırmada, inceledikleri 197 hastadan 7 erkekte kromozom yapısının XYY olduğunu gördüler. Aynı yerde yapılan ikinci araştırmada, incelenen 315 hastadan 9 erkekte XYY kromozomları bulundu. Bu hastalarda, 46 normal kromozoma ek olarak bir Y kromozomu bulunmaktadır. Bu fazladan bulunan kromozom, uzun boy, normalin altında ya da sınırda bir zeka, saldırganlık gibi bir arada bulunan üç özelliği yol açmaktadır.
XYY kromozomları ve saldırganlık arasındaki ilişki o kadar popüler oldu ki bazı çevrelerde, açıklanması bulunmayan tüm şiddet suçları bu nedenle bağlanmaya başlandı. Halbuki cezaevlerinde yapılan araştırmalara göre, erkek suçluların daha büyük bir yüzdesinin XYY değil, XY kromozomlu kişilerden oluştuğu ortaya çıkmıştırBütün bu klasik ve modern yaklaşımlar her ne kadar tartışmalı bulunsa çeşitli bakımlardan eleştirilse de gerek geçmişte gerekse de günümüzde devletlerin suçla mücadele ve toplumun ıslahı için resmi veya gayrı resmi olarak hayata geçirilmiştir. Geçmişten günümüze bu teorilerin tarihsel yansımalarına baktığımızda:
Nazilerin mükemmel bir toplum ve üstün bir ırk yaratma amacıyla, çeşitli hastalıkları taşıyan bireyleri kısırlaştırmaları ve suça meyillilik kazandırdığı ileri sürülen, fazladan kromozomlara sahip insanların çocuk sahibi olmalarının yasaklanması bilinen en yaygın uygulamadır.
Bu politika her ne kadar mükemmel bir toplum yaratma amacının sonucu olarak öjenik müdahaleyi kapsasa da, suçun önlenmesine yönelik biyolojik teoriler esas alınarak sayısız insan da bu kapsamda muamele görmüştür. Alman toplumu içindeki akıl hastaları, sakatlar, doğuştan körler ve kalıtsal hastalıklara sahip olanlar, özel sterilizasyon merkezlerinde toplandılar. Bu kişilere, Alman ırkının saflığını ve evrimsel ilerleyişini bozan parazitler olarak bakılıyordu. Nitekim bir süre sonra toplumdan soyutlanan bu insanlar, Hitler'den gelen gizli bir talimata dayanılarak öldürülmeye başlandı.
Mussolini’nin Faşist İtalyasında da aynı kavramlardan ve iddialardan faydalanıldı. 1935 yılında Etiyopya'yı işgal ederek 1941 yılına kadar 15 bin insanı katlettirdi. 1900'lü yıllarda Fransız hükümeti, Psikolog Alfred Binet'e zihinsel özürlü çocukları diğerlerinden ayırma görevi verdi. Amerika Birleşik Devletleri’nde 1900’lerde başlayıp günümüzde bile uygulandığı iddia edilen suçla mücadele adına bilhassa zenci kesimlere yönelik kısırlaştırma uygulamaları da bu çerçevede ele alınabilir.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.