Tiyatro üç anlama gelmektedir: 1. Tiyatro eseri (oyun, piyes), 2. Eserin oynandığı yer. 3. Tiyatro sanatı.
Tiyatro kelimesi, eskiden sadece “izleyicilerin oturduğu yer” anlamına gelmekteyken, günümüzde bütün dramatik gösterilerle ilgili çalışma alanını içermektedir.
Tiyatro eseri, olayları oluş halinde gösteren eserdir ve buna drama adı da verilir. Bu tarz eserlerde olaylar yazarın ağzından anlatılmaz, eserin kahramanları tarafından doğrudan doğruya söylenir ve yapılır.
Türkçeye tiyatro terimi, İtalyanca “teatro” kelimesiyle girmiştir.
Tiyatro eserine seyirlik oyun adı da verilir. Seyirlik oyununu diğer türlerden ayıran özellik, bir kalabalık önünde ve hareket halinde gösterilmesidir.
Dramatik bir eserde iki temel unsur bulunur: Olay ve kişiler. Olay, bir mücadeleden yani iki kuvvetin çarpışmasından meydana gelir. Çatışan ve çarpışan kuvvetler; insan-insan, insan-hayvan, insan-doğaüstü varlıklar ve insanın kendisiyle çatışması olabilir.
Kişiler ise, aralarında ilişki ve çatışma olan varlıklardır. Olayları onlar yaşar ve yönetir.
Tiyatro eserinde üç bölüm vardır: Serim, düğüm ve çözüm. Bu bölümlere ayrıca giriş, gelişme ve sonuç da denebilir.
Serim, eserin giriş bölümüdür. Bu evrede kişileri karakter özellikleri, olayla bağlantıları ve konunun özelliği anlatılır.
Düğüm, giriş ve sonuç arasındaki geniş kısımdır. Bu bölümde, karakterleri, tutkuları ve çıkarları farklı olan bireyler çatışma yaşar. Olay, merak uyandıran bir şekle bürünür.
Çözüm, eserin sonuç bölümüdür. Bu kısımda olay bir sonuca bağlanır.
Bir tiyatro eseri, olayların gelişmesine göre bazı bölümlere ayrılır. Bunlara ise perde, sahne denir.
Dramatik bir eserde konuşma çeşitlerinin de özel isimleri bulunmaktadır. Bunlara diyalog, monolog ve tirad adı verilir.
Diyalog, tiyatro eserinde karakterlerin karşılıklı konuşmasıdır.
Monolog, dramatik eserde bir kişinin tek başına konuşmasıdır.
Tirad, tiyatro eserinde kişilerin birbirlerine karşı söyledikleri coşkulu uzun sözlerdir.
Tiyatronun Gelişimi
Tiyatro, her ülkede din törenlerinde ortaya çıkmıştır. Bu sanat dalı, dinlere ve toplumun kültürel yapısına göre, her ülkede farklı özelliklere sahip olmuştur.
Tiyatro eserinin temel iki türü vardır: Tragedya ve komedya. Diğer türler ise, bu iki türün zamanla değişime uğraması ya da birleşmesi sonucu oluşmuşlardır.
İlk örnekleri Yunan ve Latin edebiyatlarında verilen tiyatro, zamanla batı ülkelerine geçmiştir. Rönesans’tan sonra İtalya, Fransa, İngiltere ve Almanya gibi ülkeler tiyatro sanatına büyük katkıda bulunmuşlardır.
Günümüz tiyatrosunda belli türler ve kurallar bulunmamaktadır. Bir taraftan yeni bilimsel ve teknolojik gelişmelerin oluşturduğu hızlı yaşamlar, bir taraftan da sinema ve televizyon tiyatroyu etkilemiştir. 20. yüzyıldaki iki büyük savaş, birbirini takip eden fikir ve sanat akımları tiyatronun yapısında değişikliklere sebep olmuştur.
Bu yüzyılda insanoğlunun çeşitli problemleri bulunmaktadır. Çözülmemiş yüzlerce soruna her gün yenileri dâhil olmakta ve ölçü, açıklık ve kararlılık giderek azalmaktadır. İşte bugün tiyatro, modern insanın bunalımlarını, çıkmazlarını anlatmaktadır.
Bugün tiyatro, aşk, para, aile, toplum, politika, ekonomik hayat, psikolojik hayat, insanın çeşitli iç ve dış problemleri gibi pek çok konu ele alınmaktadır.
Türk Tiyatrosu
Türk edebiyatında yazılı tiyatro eserleri Tanzimat döneminde görülür; fakat Türk tiyatrosunun sözlü geleneği çok geniş, zengindir ve geçmişi eskilere dayanır.
Türk tiyatrosunu iki aşamada inceleyebiliriz:
1. Sözlü tiyatro ürünleri
2. Yazılı tiyatro eserleri
a)Sözlü Tiyatro Ürünleri
Bunlara geleneksel oyunlar adı da verilir. Türklerde sözlü tiyatro geleneği ilk çağlara dayanmaktadır. Halkı ve seçkin kişileri eğlendiren seyirlik oyunlar bulunmaktadır. Eski Türklerdeki şölenler ve bazı törenler de tiyatro ürünü kabul edilebilir.
Sözlü tiyatro ürünleri, İslamiyet’ten önceki oyunlar ve İslamiyet’i kabulden günümüze kadarki oyunlar olmak üzere iki dala ayrılabilir.
Türklerde İslamiyet’in kabulünden sonra gelişen sözlü tiyatro ürünleri şunlardır: Meddahlık, Karagöz ve orta oyunu.
Meddahlık, tek oyuncunun sergilediği bir oyun çeşididir. Meddah, metheden yani öven anlamına gelmektedir. Bu oyunda meddah, anlattığı bir olay veya hikâyeyi seyirciler önünde hareket ve taklitlerle canlandırır. Bu taklitler ses, şive, gürültüyle ve el, yüz ve gövde hareketleriyle meddahın anlattığı şeyler, bir hikaye olmaktan çıkar ve tiyatro oyununa dönüşür.
Ünlü meddahların da yetiştiği ülkemizde, meddahlık Cumhuriyet dönemine kadar varlığını sürdürmüştür.
Karagöz, oyun kişileri bir perdeye aktarılarak canlandırılan sözlü bir tiyatro türüdür. Bu aktarılan oyuncular, birer hayaldir. Karagöz, bir “gölge” oyunudur. Bu oyun, deriden kesilen ve “tasvir” adı verilen bazı şekillerin arkadan ışıklandırılmış beyaz bir perdeye aktarılmasıyla oluşur.
Karagöz’ün de tek bir sanatçısı vardır. Bu sanatçı, meddah gibi taklitçi, esprili biridir; fakat bu becerisini seyirciler önünde göstermez, perde arkasında yapar. Oyun kişilerini perdeye yansıtır, onları canlandırır. Karagöz oyununun başkarakterleri Karagöz ve Hacivat’tır. Karagöz, halktan, cahil bir bireyin, Hacivat ise aydın ya da yarı aydın kimselerin temsilcisidir.
Sözlü tiyatro ürünleri arasında modern tiyatroya en yakın olan çeşidi ortaoyunudur. İzleyicilerle çevrilmiş bir meydanda oynanan oyundur. Bu oyun, Türk toplumunda özellikle İstanbul’da gelişmiş, ilgi çekmiş milli bir tiyatrodur.
Ortaoyununda yazılı bir metin yoktur. Oyuncular, doğaçlama bir şekilde konuyu istedikleri gibi ele alabilirler. Bu oyunun temel karakterleri, Pişekâr ve Kavuklu’dur. Pişekâr, Karagöz oyunundaki Hacivat’ın karşılığı, Kavuklu ise Karagöz’ün karşılığıdır.
b)Yazılı Tiyatro Eserleri
Türk edebiyatında yazılı tiyatro eserleri Tanzimattan sonra ortaya çıkmıştır. Modern tiyatro tekniğine uygun biçimde yazılmış ilk eser Şinasi’nin “Şair Evlenmesi” adlı eseridir. Bu eser 1859 yılında yazılmış, 1860’ta ise Tercüman-ı Ahval gazetesinde yayımlanmıştır.
“Şair Evlenmesi”, ortaoyunu geleneğinden esinlenilerek yazılan başarılı bir komedi eseridir. Yerli bir konuyu batılı tiyatro teknikleriyle işlemesi, kolay anlaşılır bir dil kullanılması eserin önemini artırmıştır. Ayrıca Türk edebiyatında noktalama işaretleri ilk kez bu eserde kullanılmıştır.
1860 senesinden sonra halkın tiyatroya ilgi göstermesi üzerine önce çeviri, sonra adapte ve yerli tiyatro eserlerinin sayısı gün geçtikçe artar. İlerleyen zamanlarda tiyatro binalarının açılmasıyla bu sanat daha da gelişir.
Bu eserden sonra edebiyatımızda batılı tiyatro eserlerine uygun biçimde yazılmış oyunlar iki çizgi üzerinde yoğunlaşmıştır: Komedya ve dram.
Komedya ve Dram Çizgisi
Tanzimat devrinde komedya çizgisi üzerinden ilerleyenler özellikle Moliere’i kendilerine örnek almışlar, bazen geleneksel oyunlarımızdan da faydalanmışlardır. Bu türde eser veren sanatçılarımız Şinasi, Ali Bey, Ahmet Vefik Paşa’dır.
Dram çizgisinde yürüyenler, romantizm akımının tesirinde kalmışlardır. Bu sanatçılar, aşırı duygusallığa kapılmış, dilde konuşma dilinden uzaklaşmış, oyun tekniğine önem göstermemişlerdir.
Tiyatro edebiyatına Servet-i Fünun yazarları da katkı sağlamıştır. 1914 yılında İstanbul Şehir Tiyatrosu; Cumhuriyet döneminde de Ankara Devlet Konservatuarı, Ankara Devlet Tiyatrosu ve özel tiyatrolar kurulur. Böylece Türk tiyatrosu yazar, eser, kurum, oyuncu gibi temel unsurlar açısından büyük gelişmeler kaydeder.
Türk edebiyatında tiyatro eserleriyle şöhret yapmış yazarlarımız şunlardır: Namık Kemal, Ahmet Vefik Paşa, Abdülhak Hamit Tarhan, Musahipzade Celal, Reşat Nuri Güntekin, İbnürrefik Ahmet Nuri, Faruk Nafiz Çamlıbel, Cevat Fehmi Başkut, Ahmet Kutsi Tecer, Haldun Taner, Orhan Asena, Recep Bilginer, Cahit Atay, Turgut Özakman, Güngör Dilmen, Behçet Necatigil, Necati Cumalı.
Tiyatro Çeşitleri
Tiyatro eserinin temel iki türü bulunmaktadır: Tragedya ve komedya. Diğer bütün dramatik türler, bu iki türün zamanla değişime uğraması ya da bir araya gelmesiyle oluşmuştur.
1. Tragedya
Bireyleri korku, heyecan ve acındırma duygularıyla uyarma amacıyla kullanılan en eski tiyatro türüdür. Bu tarz oyunlarda bir kahraman iyi bir durumdan kötü bir duruma gelebilir, izleyende acıma ve korku duyguları uyandırılır, duygusal arınma sağlanır. Başta nazım şeklinde yazılan tragedya, 17. yüzyıl klasisizm döneminde nesir şeklinde de kaleme alınmıştır. 19. asırda tiyatro sanatının gelişmesi sonucunda tragedyanın yerini dram almıştır. Tragedyalarda kadere, ahlaka, töreye ve geleneklere önem verilmiştir.
Tiyatro çeşidi olarak tragedyanın en önemli özelliği, kendine özgü katı kurallarının bulunmasıdır. Bunlardan en önemlisi üç birlik kuralıdır. Bu kurala göre, bir tragedyada olaylar en çok bir gün içinde geçebilir izlenimi vermeli (zaman birliği), olaylar aynı yerde gerçekleşmeli (yer birliği), bir ana olay çevresinde gelişmelidir (olay birliği).
2. Komedya
İnsanların, olayların ve durumların gülünç yanlarını işleyen oyundur. Bu terim Türk edebiyatında komedi biçiminde kullanılır. Komedya, işlenen konuların gülünç ve eğlenceli yönlerini göstererek ders vermeyi ve güzel vakit geçirmeyi sağlayan oyun türüdür.
Komedya da birtakım türlere ayrılır ve bunlar şunlardır:
a)Karakter komedyası: İnsanların gülünç ve aksak yanlarını anlatan komedyadır. Her zaman ve her yerde görülen insan kusurlarını belli tiplerde gösterip sergiler. Bu alanda en tanınmış eserlerin başında Moliere’in “Cimri”si gelir.
b)Töre komedyası: Toplumun gülünç ve aksak yönlerini anlatan komedyadır. Bozuk ve aksak yönleri eleştirir. Moliere’in “Hastalık Hastası”, “Gülünç Kibarlar” eserleri bu türdedir. Türk edebiyatının ilk çağdaş tiyatro eseri olan “Şair Evlenmesi”, görmeden evlenme geleneğinin aksayan yönlerini başarı ile ele alan bir töre komedyasıdır.
c)Entrika komedyası: Derinliği olmayan, sadece güldürmek için kaleme alınmış komedyadır. Olaylar merak uyandıracak ve şaşırtacak biçimde yazılır. Bu komedyalara zamanla vodvil adı da verilmiştir.
Tanzimat devrinde Ahmet Vefik Paşa’nın Moliere uyarlamaları, komedya türüne yönelmeyi ve komedyaya verilen önemi gözler önüne sermektedir. Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinin en ünlü komedi yazarı Musahipzade Celal’dir.
3. Dram
Gülünç, bayağı ve korkunç olaylarla; acıklı, ince ve güzel olayları birlikte anlatan tiyatrodur. Dram, sahnede canlandırılmak için kaleme alınır, şekil olarak konuşmaya dayanır ve karşıtlıkların çatışmasıyla oluşur. Bu, klasik tiyatronun sonu, çağdaş tiyatronun başlangıcı kabul edilir.
Dram terimi, bir oyun türü olarak 18. asırda kullanılmaya başlanmış, bu kullanım yaygınlaşarak günümüze dek gelmiştir. Hayatı acıklı ve gülünç, çirkin ve güzel yönleriyle ifade eden her olay dramın konusu olabilir.
Dramın temel amacı, hayatı tüm gerçekliğiyle yansıtmaktır. Acıma, gülme, hayranlık, tiksinti, gülme ve ağlama gibi karşıtlıklarla oluşturulan dram, konusunu tarihten seçebileceği gibi, günlük hayattan da seçebilir. Her sınıftan insanın hayatını konu edinebilir, sahnede gerçeklik duygusunu yaratmayı amaçlar. Dramı, nesrin en etkili anlatım şekli olanlar çoğunluktadır.
4. Müzikli Oyunlar
Bu oyunlar, müziğe dayalı olarak sahnelenen eserlerdir. Başlıca müzikli oyunlar şunlardır: opera, operet ve baledir.
Opera: Metni, orkestra eşliğindeki insan sesiyle okunan müzikli oyuna opera denilir. Burada, tiyatrodan çok müzik hâkimdir. Opera, baştan sona dek bestelenmiş bir oyundur. Çok görkemli dekor ve giysiler içinde sunulan operada duygulu ve hüzünlü konular işlenir.
Operet: Müzikli komediye verilen addır. Daha çok eğlendirici özelliği ön plandadır. Eserin temelini güldürücü olaylar meydana getirir.
Bale: Belli bir düzeni ve kuralı olan dans, dekor ve müzikten meydana gelen gösteridir. Baştan sona bestelidir. Birçok özelliğiyle operaya benzer; ama sahnedeki tüm hareketler, uyumlu ve zengin dans figürleri şeklinde sergilenir.
Bunlardan hariç bir de skeç vardır. Skeç, 5-6 dakikada sergilenen kısa müzikli oyundur. Özellikle radyolarda sıkça skeçler yayınlanır.
Modern Tiyatro (20. Yüzyıl Tiyatrosu)
Bilim ve teknik alanında görülen hızlı gelişmeler, sinema ve televizyonun gelişimi diğer sanatları olduğu gibi tiyatroyu da derinden etkilemiştir.
Günümüz tiyatrosu, konuşmayı kaldırabiliyor, hareket ve konu önemsemeyebiliyor, iç dünyamızda yaşananları anlatmaya çalışıyor. İki dünya savaşı geçirmiş 20. yüzyıl insanının sıkıntılarını, buhranlarını, çeşitli problemlerini ele alabiliyor. Bazen dekor, kıyafet ve makyaj gibi unsurlar da atılabilmektedir.
Modern tiyatronun temel nitelikleri şunlardır: Bütün geleneklere karşı çıkma, kurallara tepki verme; özellikle ölçüye, açıklığa, düz ve sade anlatıma karşı çıkma göze çarpmaktadır.
20. yüzyıl; hızlı bir değişime şahit olmuş, iki büyük dünya savaşı yaşanmış ve bu savaşların sonucunda da altüst olmuş kültürel, ekonomik ve politik değerleri görmüş bir yüzyıldır. Bu sebeple 20. asır tiyatrosu da diğer sanat dallarında olduğu gibi, birçok öncü ve deneysel çalışmalarla kendini bulmuştur. Modern tiyatro fikri, bu deneylerin amacını ve yöntemlerini belirleyen görüşler, arayışlar ve yaklaşımlar olarak kendini ifade etmektedir.
Modern tiyatro deyince tek bir türden bahsetmek yanlış olur. Sanatta değişmeyen tek şey ise devamlı değişikliktir. Sürekli arayışlar ve yenilik sanatın temelini inşa eder. Çünkü sanatçı, elinde olanla yetinmeyen, devamlı arayış halinde olan bir bireydir. Bu sebepten dolayı da, modern tiyatro deyince bir tek değil, pek çok türden bahsedilebilir. Şunu da ifade etmekte fayda var, öncü ve deneysel çalışmalar zamanının ilerisinde olan, ileriyi görme çabasında olan ve bu yüzden de anlaşılamayan eserlerdir. Bu öncü, deneysel yaklaşım, hareket ve türlere vakit kaybetmeden yani etkilerini yitirmeden ya da sonradan etkilerini göstermeden değinmek neredeyse imkânsızdır. Bu yüzden, modern tiyatro olgusu içinde zaman tünelinde değişikliklere karşı olmuş, direnebilmiş ya da başka türlerin meydana gelmesine zemin hazırlamış türlere de yer vermek gerekir:
1. Dışavurumcu Tiyatro (Ekspresyonist Tiyatro)
1. Dünya Savaşı’nın öncesinde geleneksel tiyatrolara ve insanı yok sayan savaşçı anlayışlara bir tepki olarak ortaya çıkan bu tiyatronun ilk örneği, Strindberg’in Şam Yolu isimli eseridir. Kişinin öznel yaşamını ve ruhsal başkaldırısını temele alan bir zihniyettir. Zaman ve mekân ekspresyonist tiyatroda devre dışı bırakılmıştır. Klasik olay örüntülerine yer verilmez. Yani düşünsel süreçler, zihinsel gerçekler aksiyonun önüne geçmeye çalışmıştır. Genelde oyunun ana kahramanı yazarın kendisi ve onun fikirlerinin yansımasıdır. Diğer oyuncular da bu fikrin pekişmesine yardımcı olmaktadır. En önemli temsilcisi M. Reinhard’dır. Dışavurumcu tiyatro, 1920’li yıllardan sonra pek çok tiyatronun kurulmasına önderlik yapmıştır. Gizemci, soyut, anti-militarist, devrimci ya da politika tiyatrosu gibi pek çok tür ekspresyonist anlayıştan türemiştir. Dışavurumcu tiyatro, tek bir anlayışla tanımlanamaz. Politik görüşler kadar şekil açısından da farklılıklar bulunmaktadır. Hatip ya da yapmacıksız tiyatro adını da alan dışavurum tiyatrosunda; yazarlar oyunu birinci tekil şahıs kullanarak kaleme alırlar ve özellikle samimi görünerek kendi görüşlerini kanıtlamaya çalışmışlardır. Walter Hasenclever’in “Oğul”u ve Arnolt Bronnen’in “Baba Katili” gibi eserleri örnek olarak gösterilebilir.
2. Gerçeküstücü Tiyatro (Sürrealist Tiyatro)
İsviçre’nin Zürih şehrinde 1916 senesinde bir grup sanatçı tarafından kurulan; Cabaret Voltaire ile Dada (küçük bebeklerin at demesi anlamına gelen bir sözcük) hareketi baş göstermiştir. Dada hareketi; gerçeküstücü, absürt ve benzeri birçok tiyatro çeşidinin hatta plastik sanat türlerinin oluşmasını sağlamıştır. Dada hareketi bütünüyle sanatı yok sayan, olumsuz ve yıkıcı bir fikir akımı olmasına rağmen, gerçeküstücülüğün doğmasına sebep olmuştur. Sürrealist tiyatro tam anlamıyla psikolojik süreçlerin ele alındığı, izleyicilerin bilinçaltına inmeyi amaçlayan bir çeşittir. Bu sebeple, fantastik ve yanılsama teknikleri sahneleme aşamasında ağırlıklı olarak kullanılmıştır. İzleyicide bir rüya görüyormuş izlenimi oluşturması, zaman ve mekânın belli olmaması, dramatik kurgunun birçok parçanın kolâjından meydana gelmesi sürrealist tiyatronun niteliklerindendir. Bu türün önemli oyun yazarları; Jarry, Apollinaire, Tzara ve Artaud’dur. 1925’te zirveye ulaşan bu tür 1940’lardan sonra tesirini yitirmiştir. Daha sonra uyumsuz tiyatronun oluşumunu sağlamıştır.
3. Saçma Tiyatro (Absürt Tiyatro)
Saçma ya da uyumsuzluk tiyatrosu olarak bugün de varlığını devam ettiren bu akım, sürrealist ve varoluşçu tiyatrodan etkilenerek psikolojik derinlemesi olan oyunlara bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Bu sebeple önceleri karşı-tiyatro terimiyle adlandırılan, ancak 1962’deM. Esslin tarafından kitabında “Absürt Tiyatro” kavramıyla betimlendikten sonra bugünkü adıyla kullanılmaya başlanmıştır. İnsan yaşamının akla aykırılığını ilke edinen ve bunu bilinen tüm sanatsal uyumları bozarak sahneye koyan saçma tiyatro; gerçeği mantıklı, değişmez bir düzen ya da tarihsel evrimi içindeki diyalektik ilişkiler örüntüsü olarak değil, anlaşılamayan ve açıklanamayan bir karmaşa olarak kabul eder. Bu uyumsuzluğun ancak, geleneksel uyumların düzenini bozarak sahneye getirebileceğini savunur. Saçma tiyatronun ilk örneği, 1950’de Romanyalı oyun yazarı Eugene Ionesco’nun kaleme aldığı “Kel Şarkıcı” adlı tiyatro eseridir. Bu oyun Türkiye’de ilk kez 1981’de Devlet tiyatroları tarafından sahneye konmuştur. Hacettepe, Karadeniz Teknik Üniversitesi gibi tiyatro topluluklarınca da aynı senelerde Ionesco’nun “Kel Şarkıcı” eseri ve “Jacques” ya da “Boyun Eğme” adlı tiyatro oyunları, saçma tiyatrolardandır. Absürt tiyatro, temelini Camus’un insan ve varoluşunun saçmalığı üzerine inşa etmiştir; fakat varoluşçu tiyatrocular gibi insanın varoluşunun saçmalığını kesinlikle tartışmaya dâhil etmemiştir. Sadece somut bir bilgi olarak önemli sahnelerde sahnelenmekle yetinmiştir. Samuel Beckett’e göre boş bir sahne, bir ağaç ya da kayadan öte hiçbir şeyin olmadığı, hareketlerin sınırlandığı kısır bir doğa olarak görülür. Ionesco, sahneyi kuklacı gibi tasarlar, kişiler yarı hayal yarı gerçektir. Jean Genet’in kahramanları ise, bir hayal perdesinde, bir gerçek hayatta gider gelirler. İletişimin olmaması sonucunda yaşam anlamsız hale gelir ve kişi evrensel hiç ile yüz yüze gelir. Beckett’in “Godot’yu Beklerken” adlı yapıtı, absürt tiyatronun en önemli ve güzel örneklerindendir. Bu türün önemli şahsiyetleri; Beckett, Ionesco, Adamov, Arrabal, Elbee, Printer ve Ghelderode’dir.
4. Varoluşçu Tiyatro
Özellikle 2. Dünya Savaşı’nın ölüm ve yokluk gibi zorlu dönemlerinden sonra meydana gelen, varoluş felsefesiyle gelişmiş bir tiyatro çeşididir. İnsanın terk edilmişliği, varlığının saçmalığı, özgürlüğün baş döndürücü özelliği, insanın özgürlüğü gibi konular ele alınmıştır. Camus ve Sartre bu alanın liderliğini üstlenmiştir. Bu alanda yazılan ilk oyuna örnek göstermek oldukça güçtür. Dostoyevski’nin “Yer Altından Notlar” adlı öyküsü bazı yazarlarca tiyatro metnine dönüştürülmüş ve canlandırılmıştır. Bu felsefenin etkisiyle yazılan ilk tiyatro eserleri Camus’ün 1938 senesinde kaleme aldığı “Caligula” ile Sartre’ın 1943’te yazdığı “Sinekler”idir. “Sinekler” adlı tiyatro oyunu 1961 yılında İstanbul Şehir Tiyatroları tarafından sahnelenmiştir. Pek çok eleştirmen Sartre’ın “Gizli Oturum” oyununun bu türün en iyi örneklerinden biri olduğu konusunda hemfikirdir. Sartre bu yapıtında “Cehennem Başkalarıdır” önermesini anlatarak, varoluşçu tiyatro adına tiyatro alanında önemli bir ülkü oluşturmuştur.
5. Epik Tiyatro
Alman tiyatro yazarı, kuramcısı ve şairi Bertolt Brecht tarafından Aristocu ya da diğer geleneksel yanılsamacı tiyatro türlerine tepki olarak ortaya çıkan göstermeci tiyatro çeşididir. Her epik tiyatro türü, aynı zamanda göstermeci tür içerisinde kendine yer bulur; ama her göstermeci tür epik tiyatro örneği olarak kabul edilemez. Epik tiyatronun amacı, izleyicinin gözlem yapmasını ve bir yargıya varmasını sağlamaktır. Epik tiyatro özellikle modern tiyatrolar içinde pek çok basmakalıp yargıyı kırdığı için çok önemli bir yere sahiptir. İzleyici ve oyuncu arasında var olduğu düşünülen hayale dayalı dördüncü duvar yıkılmıştır. İzleyiciye bir yaşam değil, bir dünya görüşü kazandırılmak istenmektedir. Duygulardan ziyade akıl ön plana alınmıştır. Köklerini Ortaçağ Uzak Doğu tiyatrosundan alan epik tiyatronun kurallarını deneysel açıdan oluşturan kişi Erwin Pisccator’dur. Piscator’un 1923’te yönettiği Brecht’in de yardımcı olduğu, “Aslan Asker Şvayk” adlı oyun buna örnektir. Brecht’e göre, tiyatronun malzemesi bizzat tarihin kendi içindedir. Birey de bu tarihin akışın içinden gelen ve yine tarihin içinde gerçekleşen bir varlıktır. Bu sebeple dramatik görüntü içinde tarih, evrim devrim duraklarıyla bir bütün içinde ele alınıp sergilenmek zorundadır. Sadece yapı ile de bu durumu sağlamak mümkün olmayacağından Brecht, kökenleri antik Çin tiyatrosunda olan gösterimci şekli de tiyatroya eklemiştir. En önemli unsuru yabancılaştırma terimidir. İzleyicide epik sahne düzeniyle yabancılaştırma eklenerek, olumsuzlama yoluyla nesnel gerçeklik eleştirel kılınır. Amaç, gerçekliği kendi modeli içinde, diyalektik yöntemle ardışıklık, karşıtlık, süreklilik, uzlaşmaz çelişme, evrim ve devrim açılımlarıyla vererek, çelişkilerin çözüm yollarını ve yeni bir düzenin sistematiğine ilişkin yargıları izleyiciye bırakmaktır.
6. Diyalektik Tiyatro
Diyalektik tiyatronun en temel özelliği yazım aşamasında yazarın diyalektik yöntemle oyun kaleme almasıdır. Bu durumda gerçeğin yeniden sahnelenmesi bir durum olarak değil, bir süreç olarak kendini göstermesiyle olasıdır. Brecht Tiyatrosundan sonra ortaya çıkmış ve onun farklı bir biçimi olmuştur. Bu yüzden epik oyunlar diyalektik oyunlar içinde yer alırlar; ama epik oyunlar gibi kapalı biçim özelliğine sahip oyunlar da diyalektik oyun çeşitleri arasında bulunmaktadır. En önemli temsilcileri; P. Hacks, H. Müller ve H. Lange’dir.
7. Uyarma Tiyatrosu (Ajit-prop Tiyatro)
Toplumları uyarmaya, bilinçlendirmeye yönelik siyasi tiyatro çalışmalarına verilen addır. 1917 Ekim Devrimi’nde Sovyetler Birliği’nde işçi sınıfını bilinçlendirmeyi amaç edinen, karşı devrimci güçlere karşı harekete geçmeyi planlayan, etkinlikleri toplumcu gerçekçi propagandayı savunan uyarma tiyatrosu, ülkemizde 1970-1980 arasında sendikalarca yoğun bir biçimde kullanılmıştır. En önemlisi, Devrim İçin Hareket Tiyatrosu’dur.
8. Deneysel Tiyatro
Uygulamaları açısından bakıldığında hiçbir türe dâhil edilemeyen ve devamlı bir arayış içerisinde yeni formların oluşturulduğu tiyatro çeşididir. Tiyatronun eğitim ya da eğlendirme öğeleri üzerinde veya yazım ya da sahneleme tekniklerinde yapılan pek çok değişiklikle yeni türler ortaya çıkmıştır. Brecht, deneysel çalışmalarıyla epik tiyatroyu geliştirmiş ve yeni bir tür oluşturmuştur. Grotowski, Piscator, Brecht gibi yazarlar yüzyılımızın başlıca deneysel tiyatro yapan sanatçılarıdır. Bazı çalışmalar oldukça sınırlı kalmış, deneysel olmaktan uzaklaşamamış, belirli tiyatro türü olarak kabul görseler bile deneysel tiyatro olgusu içinde kendilerine yer bulmuşlardır:
a) Vahşet tiyatrosu: Çağımızın en ünlü deneysel tiyatrocularından biri olan Peter Brook 1965 senesinde yazdığı “Vahşetin Artaudcu Oyunu” ile vahşet tiyatrosunun en güzel örneklerinden birini sergilemiştir. İlk kez Artaud tarafından 1938 yılında “Tiyatro ve İkizi” adlı kitabında anlatılan vahşet tiyatrosu; her türlü kalıplaşmış yargılardan arınmış insan varoluşunun temelinde yer alan öz gerçeği yani vahşet duygusunu seyirciye yansıtmayı düşünmüştür. Böylece insanın en temel ve en ilkel kendini gerçekleştirme dürtüsünü izleyicide uyandırarak vahşetle yüzleşmesini istemektedir. Yani tiyatroyu ilk çıkış noktası olan Dionysos ritüellerine, tapınma törenlerine döndürmeyi, insanın en ilkel içgüdü ve coşkularını yeniden canlandırmayı amaçlayan vahşet tiyatrosu Roger Bilin, Peter Brook ve Jerzy Grotowski gibi tiyatrocularda etki göstermiştir.
b) Yoksul Tiyatro: Grotowski geleneksel tiyatroya devamlı ilave edilen bazı unsurlarla, tiyatronun zengin tiyatro haline dönüştürülmesine karşı çıkmış, bunu eleştirmiştir. Grotowski, tiyatroya özde ait olmayan her unsuru atmış ve böylece yoksul tiyatro kavramına ulaşmıştır. Gereksiz bulduğu makyaj, sahne, ışıklandırma, ses efektleri, bağımsız kostümleri tiyatrodan uzaklaştırmıştır. Ona göre tiyatroya özsel ait olmayan her şeyin dışarıya atılması yalnızca tiyatronun temel çatısını ortaya çıkarmakla kalmaz, ayrıca tiyatronun bir sanat biçimi olarak doğasında bulunan zenginlikleri de gösterir.
c) Ekmek ve Kukla Tiyatrosu: Bir tiyatro türü değildir. İngiltere Vermont’ta faaliyet gösteren bir tiyatro topluluğudur; fakat yaptıkları çalışmalar deneysel olduğu için burada kendilerine değinmek yerinde olur. Alman P. Schumann tarafından 1961 yılında kurulan, maske ve insan boyundaki kuklalarla oyunlar oynayan topluluk; savaş ve ırkçılık karşıtı “Halkın Çığlığı”, “Evcil Dirilme Sirki” gibi oyunlarla kendini tanıtmıştır. Bu topluluk uyarma tiyatrosu içinde de kabul edilebilir.
d) Gazete Tiyatrosu: İlk kez 1936’da Amerika’da E. Rice tarafından başlatılan, H. Flanagan, A. Arent ve J. Losey gibi devam ettirilen gazete tiyatrosu, halkı gazete haberlerinden hareket ederek bilinçlendirme amacını gütmüştür. Oyun esnasında projeksiyon cihazıyla önemli bir habere dair gazete kupürü sahneye yansıtılarak sahnedeki etkiyi artırması beklendiği gibi, sahnede söz konusu haberin tekrar canlandırılması da yapılmıştır.
e) Grotesk Tiyatro: 1905-1914 yılları arasında İtalya’da etkili olan, bazen başka ülkelerde de örnekleri sergilenen Grotesk tiyatroda, “insanın ikiyüzlülüğü insanın özüdür. ” düşüncesi egemendir. Bu sebeple de oyuncular İtalyanların bir nevi ortaoyunu olan Komedi Del Arte geleneğinden kendilerini yabancı kılmak için taktıkları yarım maske yüzleri simgesel bir anlatım şekliyle kullanmışlardır. Grotesk anlatımla Grotesk tiyatro birbirlerinden farklı terimlerdir. İtalyan yazarlar Chiarelli ve Priandello bu türün en güzel örneklerini vermişlerdir.
f) Gelecekçi Tiyatro (Fütürist Tiyatro): 1. Dünya Savaşı öncesinde 1909’da 1. Fütürist Manifesto ile İtalyan Filippo Tommaso Marinetti tarafından Nisan ve Mayıs 1915 tarihlerinde 2. Fütürist Tiyatro Manifestosu yayımlanmıştır. Bütünüyle geleneksel tiyatro kalıplarını inkâr eden bir anlayışa sahip olan gelecekçi tiyatro, eski moda olarak gördükleri ve can çekiştiğini söyledikleri tiyatronun tümden ortadan kaldırılmasını istemişlerdir. Fütürist tiyatronun sayısız ve sınırsız biçemleri olduğunu ifade ederek bu zenginliği tiyatro sanatına taşımışlardır. Serbest diyaloglar, eş zamanlılık, iç içe geçme, duyguların sahnelenmesi, mantık-üstü oluşumlar, tartışmalar, sentetik deformasyonlar, rastlantılar gibi olgular; günümüzde artık pek çok tiyatro türü içinde kendini gösteren, o günlerde ise tiyatro okullarının büyük tepkilerini toplayan fütürist değişikliklerden bazılarıdır.
g) Sokak Tiyatrosu: Çıkış noktası açısından uyarma tiyatrosunun farklı bir biçimi olarak etkinliği sokağa taşıyan tiyatro türü olmasına rağmen, bu tiyatro türünün bugün daha farklı alanlarda kullanıldığını söylemek mümkündür. Günümüzde bu tiyatrolara örnek olarak promosyon tiyatrolarını, çocuk tiyatrolarını ve kukla tiyatrolarını verebiliriz. Bunlar sokakta oynanan türlerdir. Bazı Pop’art (Halk Sanatı) ve Happening (Olay) Gösterileri de sokaklarda gerçekleştirilmektedir.
h) Sentez Tiyatrosu: Birçok sanat dallarını bir araya getiren yapısal eklektizmin tiyatroya uygulanmasıyla oluşan tiyatrodur. Bu tiyatro anlayışına göre, sahne teknikleriyle plastik sanatlar bir araya getirilerek daha güçlü bir sanat formu oluşturmak amaçlanmıştır.
i) Yaşayan Tiyatro: New York’ta 1951 senesinde Julian Beck ve karısı Judith Malina tarafından deneysel olarak kurulan ve giderek anarşist bir yapı kazanan bir tiyatro topluluğudur. Bireysel varoluşla estetik varoluş arasındaki ayrımı yok ederek, kolektif bedensel anlatımı bu özdeşmenin yeni bir formu olarak ortaya çıkaran bir fikre sahiptir.
9. Bulvar Tiyatrosu
Sadece eğlendirme amacı güden, ticari özelliği ön plana çıkmış tiyatrolardır. İnsanın zayıf yönlerini gülme temasıyla, toplumsal gerçeklere değinmeden güncel beğenilere dönük oyunlarla kendini gösteren bulvar tiyatrosu; özellikle üçlü aşk ilişkilerini sıkça ele almaktadır. Bulvar tiyatrosu terimi 19. yüzyıl Fransa’sında Theatre De Boulevard olarak yer almış; ama farklı ülkelerde başka adlarla da tanımlanabilmiştir. İngiltere’de Salon Komedisi, Amerika’da Broadway Komedisi olarak adlandırılan bulvar tiyatrosu için Türkiye’de de Salon Komedisi adı daha çok tercih edilmektedir. Türkiye’de bu türün en önemli temsilcisi olarak Dormen Tiyatrosu’nu örnek gösterebiliriz.
Tiyatronun Eğitim Değeri
Tiyatronun oluşması için beş temel unsur gereklidir: Eser, oyuncu, yönetmen, sahne, seyirci. Bu beş unsur olmadan tiyatronun varlığından söz etmek mümkün olmaz.
Tiyatro, bir izleyici topluluğuna, ortak insan yaşantısına ve kitle psikolojisine dayanır. Eğitimde de önemli olan etkileme, beceri ve değer kazandırma olduğuna göre, tiyatro ve eğitim arasında sıkı bir ilişki vardır.
Tiyatro, güzel sanatlar içinde toplum öğesi en baskın olanıdır. İçinde bulunduğu toplumu sadece genel eğilimleriyle değil, ayrıntılı gerçekleri ve problemleriyle de anlatır. Tiyatro, izleyicinin duyuş, düşünüş, yaşayış, anlayış ve zevk düzeyini artırır. Bireyi ve toplumu daha iyiye, daha güzele yönlendirir. Eğitimin de temel amacı budur.
Tiyatronun en büyük gücü, güzel sanatların bütün dallarını kendisinde toplamasından, bütün duyu organlarını etkilemesinden gelir. Bilindiği üzere eğitim ve öğretimde ne kadar çok duyu organı kullanılırsa, başarı da o oranda artar. İşte tiyatro, bunu büyük ölçüde yapar, insana olayları yaşatır, yaşantı kazandırır. Onun verdiği eğitim, hem birey hem toplum yönünden büyük öneme sahiptir. Duyguların şekillenmesi, bazı duyguların bilinçaltına inmesinin önlenmesi, psikolojik arınma, insana baskı yapan etkenlerin yeniden yaşatılarak onlardan kurtulma, enerji fazlalıklarının atılması, zihinsel güçlerin devreye sokulması, tiyatroyu toplum ve birey psikolojisi açısından ele alanlarca kanıtlanmış olgulardır.
Okuryazar olmak gerekmeden geniş bir topluluğa aynı anda ve yüz yüze ilişkiler içinde, doğrudan bir etkileşim içinde seslenen tiyatro, kültürel kalkınma için de çok önemli bir araçtır. Gelişmiş ülkeler, bu derin etki gücü sebebiyle tiyatroya çok değer vermektedir.
Bir eğitim sistemi, bireyi bilgi ve beceriyle donatmanın yanı sıra, çevreye uyum sağlama, çevreyi değiştirme, toplumun kültürel değerlerini aktarma ve geliştirme amaçlarına yöneliktir. Bütün bunları tiyatro, ders anlatma biçiminde değil, duyu organlarını kullanarak estetik yolla yaşatma ve yaşantı kazandırma yoluyla verir. Asıl gücü de buradan gelmektedir.
İnsanlar taklit ettikleri şeyi öğrenirler. Öğrenince ona hâkim olurlar ve onu kullanabilirler. Çocuğun konuşması ve dili öğrenmesi de taklit sayesinde olmaktadır. Bu, tiyatroda da böyledir. İnsanın çevresiyle, eşyayla, başka insanlarla olan karmaşık ilişkiler düzeni içerisinde nasıl davranacağını; kendi gücünü, karşısındaki insanı nasıl değerlendirebileceğini, bir güçlük ve çatışma sırasında aklını, bilgisini, yeteneğini nasıl kullanacağını öğrendiği bir yaşam sahnesidir tiyatro. Çünkü tiyatro, doğrudan doğruya insanın maceralarını, kendisi ve çevresiyle olan çatışmalarını, sosyal yaşamını ve problemlerini ele alan bir sanattır. Olayları ve kişileri canlı olarak gözümüzün önüne getirmesi, yaşatması, izleyiciyi çok yönlü ve derin bir şekilde etkilemesi, yaşantı kazandırmadır.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.