Feminizm, toplumda kadının haklarını çoğaltıp erkeğinkine eşit kılmak amacını güden düşünce olarak adlandırılan bu akım Latincede kadın anlamına gelen femina sözcüğünden gelir. Kavram olarak yeniyse de, akımın kökeni eskilere uzanır.
Uygarlık tarihi boyunca hemen tüm toplumlarda ikincil planda kalan kadınların toplumsal konumunu Antik Çağ’ dan bu yana Pythagoras’tan Platon'a, Paracellis’e kadar birçok düşünür ve kuramcı ele almışsa da ilk kuramsal düşünceler kent soyluluğunun güçlenmeye başladığı 15. ve 16. yy’larda Avrupa’nın yeni kültür merkezleri olmaya başlayan sanayi ve ticaret kentlerinde ortaya çıktı. Başlangıçta edebiyat alanında kendini gösteren akım 18. yy sonlarına kadar sınırlı bir seçkinler çevresinde ilgi toplayabildi. 14. yy sonlarıyla 15. yy başlarında yaşayan kadın yazar Christine de Pisan (1364-1430), la Cité des (Kadınlar Kenti) ve Livre de Trois Vertus (Üç Erdemin Kitabı) adlı eserle rinde Tanrı'nın kadın ve erkeği birbirinin eşiti olarak yarattığını savundu. Rönasans Avrupasında önemli insancı düşünürlerinden Cornelius Agrippa (1486-1535) ise kutsal metinlerden getirdiği desteklerle aynı konuyu savundu, kadının yapısal ve zihinsel yönden erkekten üstünlüğünü ileri sürdü. Marie de Gouray (1566-1645), Poullain de la Barre gibi düşünür ve yazarlarsa eğitim eksikliklerinin giderilmesiyle, kadınların zihinsel becerilerini çok daha iyi kullanabilecekleri görüşünden yola çıkarak 17. yy’ ın önde gelen kadın hakları savunucusu oldular.
Türkiye'de Feminizm;
Batı Avrupa’da feminist düşüncenin başladığı yıllarda Osmanlı İmparatorluğu'nda, feminist hareket kamuoyunun gündemine gelmedi. Tanzimat ile birlikte Batılılaşmaya yönelen Osmanlı İmparatorluğu’nda kadınların yararına bir dizi yasa çıkarıldı: Kız çocukların miras haklarını düzenleyen Arazi Kanunu, gelinlik vergisinin kaldırılışı, cariyelik ve köleliğin yasaklanması, kız okullarının açılması, öğretmen okullarına kız öğrencilerin de alınması vb. Bu yenilikçi girişimler sınırlı bir kesime yönelik olduğu gibi kadınların örgütlü baskı grubu oluşturmaları sonucu ortaya çıkmadı. Bu dönemde Vakit, Şükufezar, Ayine, Parça Bohçası, Aile gibi yayın organlarında Halide Edip, Fatma Aliye, Şair Nigâr, Makbule teman, Emine Semiye gibi kadın yazar ve şairler kadın-erkek eşitliğini tartıştı. İkinci Meşrutiyet ile Dirlikte öncelikle hayır işlerine yönelik çıkarılan ancak kadın haklarını da gündemde tutan ilk kadın dernekleri kurulmaya başladı: Cem İmdadiye (1908), Halide Edip'in kuruculuğunu üstlendiği Teali-i Nisvan(1909). Donanma Cemiyeti Hanımlar Şubesi(1912).
Birinci Dünya Savaşı sırasında çok sayıda kadının çalışma yaşamında yer alması, kadınları kent yaşamına soktu daha önce tartışılmamış olan “şeriatın üstünlüğü ilkesi”ne de eleştirel gözle bakılmaya başlandı. 1915’ten başlayarak Ziya Gökalp; evlenme, boşanma, miras hukuku konularında kadınlara eşit haklar isteminde bulundu. 1917 de hazırlanan Aile Nizamnamesi taslağında tek karılı evlilik hükmü getirildi. Cumhuriyet in kurulmasıyla birlikte Türkiye’de kadın haklan açısından yeni bir döneme girildi. 17 Şubat 1926’'da İsviçre Medeni Hukuku’ndan aktarılan Türk Medeni Kanunu kabul edilerek kadına boşanma hakkı tanındı Çok eşlilik yasaklandı; kız ve erkek çocuklara mirasta eşit pay ilkesi getirildi. 5 Aralık 1934'te Milletvekili Seçimi Kanunu’nda yapılan bir değişiklikle kadınlara oy hakkı tanındı. Türk Kadınlar Birliği ve Kadınlar Konseyi gibi uluslararası toplantılara katılan kuruluşlar vardır. Bu arada 1960’lı yıllarda Batı’da yaygınlaşan feminist hareket Türkiye’de fazla bir etkinlik gösteremediyse de BM’nin 1975’i Kadın Yılı kabul etmesinden sonra feminizm, Türkiye’de sınırlı bir çevrede tartışılmaya başlandı. 1980’ den sonraysa sorun yayın organlarında zaman zaman tartışıldı.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.