İnsan yaşamını çevre ile ilişkide olarak sürdüren bir canlıdır. Çevre ile sürekli etkileşim söz konusudur. İnsan çevreyle uyumlu olduğu, çevreye ve değişen şartlara ayak uydurabildiği sürece ayakta kalır. Henüz embriyo iken göbek kordonu ile ilişki kurmaya başlayan insan zamanla daha geniş etkileşimlere kapı aralar. Çok yönlü olarak süren bu etkileşim, ölüm anı gelinceye dek devam eden bir süreçtir. Ölüm, uyumlu etkileşimin uyumsuza dönüşmesi hali olarak adlandırılır.
Hücre çevre ile ilişkisini hücre zarı üzerinden yürütür. Hücreler etraflarındaki hücrelerle sürekli iletişim halindedir. Bu iletişim bazen elektriksel impluslarla, bazen hormonlarla, bazen de doğrudan doğruya temas yoluyla sağlarlar. Hücre zarında bulunan protein yapılı özelleşmiş reseptörler almış oldukları mesajları hücrelere iletme işini yürütür. Protein yapılı bu yapılar bir nevi anten görevi yaparak aldığı mesajları iletir. Mesajlar hücre tarafından değerlendirilir ve aldığı mesaja uygun davranış neyse o davranışta bulunur. Hücrenin çevre ile ilişkide olması, çevrede meydana gelen değişimlere uyum sağlayabilmesi ve günlük yaşama uygun davranma açısından önemlidir.
Hücre ölümleri hücre farklılaşmasını oluşturan olaydır. Hücre ölümleri önceden planlanmıştır. Genetik kodda saklı bulunan bilgiler ışığında bir hücrenin bölünerek yeni hücreler oluşturması böylelikle de bedenin oluşması gerçekleşir. Hücre proteinleri tarafından sürekli bir döngü halinde bölünme farklılaşma ve ölüm işlemleri gerçekleşir. Yüzün üzerinde protein çeşidi bulunan hücrelerde, hücre ölümü bu proteinlerin kırmızı ışık görevini üstlenmesi ve çoğalan hücreyi durdurarak onu ölüme sürüklemesi ile gerçekleşir. Bu ölüm ve çoğalma dengesinin kurulması insanın hücre sayısının sabit kalmasını sağlar. Hücrenin yapısında buluna bilgide çoğal ya da çoğalma gibi bilginin mevcut oluşu gibi yaşa-öl bilgisi de mevcuttur ve bu bilgi ile hücre her an ölmeye hazır biçimdedir.
Genlerin bir kısmı hücreye bölünmesi büyümesi gerektiğini söylerken bir kısmı da artık yeterince büyüdüğünü bölünmemesi gerektiğini söylemektedir. İşte kanser de bu noktada açığa çıkan bir olaydır. Genler arasında dengesizlik olursa dengesizlik doğarsa kanser bundan oluşmaya başlar. Hücreye büyüme emri veren genler normalden fazla çalıştığında ya da büyümeyi durduran genlerde bir sorun oluştuğunda hücre sürekli bölünüp büyür. Hücre devamlı devamlı bölünmeye devam ettiğinde de kanserli hücre denen hücreler oluşuyor.
Hücre ölümlerinin bu şekli, hücre intiharı programı diye adlandırılır. İçe doğru bölünen hücre çekirdeğindeki DNA'yı parçalar. Parçalanmış olan hücre ya komşu hücreler tarafından ya da bu konu için özelleşmiş bazı hücreler tarafından fagosite(Vücuttaki yabancı organizma veya bazı maddeleri sindiren biyolojik hücreler fagosit denir. Hücre sindirme işlemine fagosite denir. ) edilir.
Bilim insanlarını ulaşmış olduğu son verilerin ışığında P53 geni denen genin kanserin oluşumunu durdurduğu söylenmektedir. Sigaranın kansere neden olduğunu söyleyen kimseler sigara dumanının yapısındaki kimyasalların P53 geninin yapısında değişim oluşturmasını öne sürmektedir. Kanser tedavisinde kullanılan gen tedavisi, bozularak kanser oluşumunu engelleme görevini yerine getiremeyen genlerin dengeleme işlevini yerine getirebilmesini sağlamak amacıyla kullanılmaktadır.
Kanser vakalarının ortak noktası, hücre çekirdeğinde bulunan genetik şifre taşıyıcısı DNA molekülündeki gen bozulmalarıdır. Kimyasal yapısı bozulan DNA molekülündeki değişimler mutasyon adını alır. Kanserin başlangıcında da hücrenin büyüme ve ölüm işlevlerini dengede tutan genlerde oluşmuş mutasyonlar vardır. Bazen de kalıtım yoluyla aktarılma ile böyle durumlar görülmektedir.
Kansere neden olan genlere onkogenler denir. Onkogenler hücre büyümesindeki itici güçtür. Onkogenler ise proto-onkogen diye adlandırılan yani onkogen yani kanser oluşturma potansiyeli olan genler olarak ortaya çıkmıştır şeklinde ortaya atılan fikir Nobel ödülü kazanmıştır. Bu fikrin ortaya atılmasından sonra kanser araştırmaları kırılma noktasını bulmuştur. Buradan yola çıkarak da bu genlerin tersi yönünde çalışan genlerin görevlerini yerine getirememelerinin de kanser oluşumuna neden olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Peki, bu kanserli hücrelerin normal hücrelerden farkı nedir? Kanserli hücrelerle normal hücreler arasındaki fark yazımızın başında anlatmış olduğumuz hücreler arası iletişim konusundadır. Kanserli hücreler "yeterli büyüklüğe ulaştın artık bölünmeyi durdurmalısın" mesajını hücrelerden hücrelere iletemez. Oysa bölünmeyi durdurma işlevini sağlayacak bu mesajın hücreler arsındaki bağlar ile tüm hücrelere yayılması gerekmektedir. Ancak bu şekilde bölünme işleminin durması sağlanacakken kanserli hücrelerde hücre iletişimin temas noktası olan hücre zarlarında mesajları iletecek olan köprücükler eksiktir. Hücreler arası mesaj iletimi de bu nedenden mümkün olamaz. Bu da hücrelerin kendi başlarına durmadan çoğalmasını sağlar.
Kanserin diğer tipinde ise büyümeyi çoğalmayı durduran genler yapısı değişmiş bir çeşit protein üretirler. Genlerde gen kaybı meydana gelir protein sentezi durma noktasına gelinceye değin azalır. Bu şekilde hücreler arası iletişim tamamen kesilir.
DNA'yı onaran birtakım mekanizmalar vardır. Bu mekanizmalar sayesinde mutasyona uğrayarak bozulan genler onarılarak orijinal halinde eşlenir. DNA molekülünün bir tanesi bozulduğunda eşlenme sırasında kendini onarabilir. DNA'nın zincir şeklinde olması nedeniyle bu onarım gerçekleşse de RNA moleküllerinin tek zincirli yapıda oluşu herhangi bir mutasyonun onarımı sağlanamaz. DNA'dan bilgi alan RNA'ya taşıyan taşıyıcı RNA'larda mutasyon gerçekleştiğinde proteinlerin yapısı bozulur. Yapısı bozulan proteinlerden dolayı da hücrenin bölünme, çoğalma veya ölüm işlevleri bozulur.
İnsan genomu projesi ile insanın genetik şifresinde yer alan tüm genlerin açığa çıkarılması planlanmaktadır. Hastalıkların hangi genlerle ilgili sorunlarla oluştuğunun bulunması bu proje ile mümkün görünmektedir.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.