İranlı Şairin gerçek adı, Gıyasettin Ebu’l-Feth bin İbrahim'dir. Horasan eyaletinde Nişabur doğumludur. İran topraklarına Büyük Selçuklu Devletinin egemen olduğu bir çağda yaşadığı kesinse de "Reşidüttin, Camiüttevarih" adlı eserinde vezir Nizamülmülk ile İsmaili mezhebinin kurucusu Haşan Sabbah’la okul arkadaşı olduğuna değinir, yaşamı ve gençlik yılları karanlıktır. Bir bilim adamı olarak yetiştiği, en çok matematik ve astronomi ile ilgilendiği, başarılı eserleri olmakla birlikte müderrislikte iyi sonuç alamadığı yazılıdır.
Bu alandaki yazma eserleri:
Muhtasar fi'l-Tabiiyat: Doğa Olaylarının Özeti,
Muhtasar fi’l Vücud: Varlıkla ilgili Bilgiler Özeti,
Şerh-i ma Askala min Musadaratı Kitab-ı Uklidis: Euklides’in Kitabına Girişteki Güçlükler Üstüne, çeşitli dillere çevrilip basılmışsa da adını ve ününü, etkisini ve gücünü kanıtlayan ürünler bunlar olmaktan çok şiirleridir.
İran şiirinin geleneksel biçimi olan rubaî'yi (dörtlü: dü beyt: iki beyit), İslam edebiyatının ortak ölçüsü olan aruzun özel kalıplarıyla (12 ahrem, 12 ahreb) şiirleştirirken, dilinin en güzel ve uyumlu ses yapısını koruyan, dikkatiyle öne çıkarsa da asıl etkisi buradan da gelmez. Onu güçlü, her çağda geçerli, her toplumda aranır kılan yoğunluk, kısacık şiirlerine sığdırdığı yaşam felsefesiyle dünya sevgisidir. Çok Tanrılı (düalist) bir inanış olan Zerdüştlükle tek Tanrılı Müslümanlığın çatışma yeri olan doğduğu topraklarında, eski Yunan felsefesinden gelen (Epikuros) yaşama neşesini işlerken insanı yalnızca bu dünyanın ürünü sayan tutumu, dinsel inanışları aşan bir akıl ve sağduyu özgürlüğüyle çok özgür bir ama neşesini işlerken insanı yalnızca bu dünyanın ürünü sayan tutumu, dinsel inanışları aşan bir akıl ve sağduyu özgürlüğüyle çok özgür bir yaşam değerlendirmesinin duyurusunu taşır. Ahreti umursamayan, yazgıdan ötürü suçlanmayı kabul etmeyen, öteki dünyada yaşama umuduna değer vermeyen, bu yaşamda mutlu olmak için tutkusuz bir yetinmenin dirliğini koşul sayan tutumu, yadsınmaz bir etki olarak zaman engellerini aşar. Pek çok sanal ortamda dizeleri paylaşılan şairin bu düşünce yapısı özellikle günümüz şartlarında yaş sınırlaması olmadan bir çok kişi tarafından beğeni almaktadır.
Her rubaisinde ölüm sonrasının boşluğunu dile getirmeyi amaç sayar:
“*Kim görmüş bu cenneti, cehenemi?
*Kim gitmiş de getirmiş haberini?
*Kimselerin bilmediği bir dünya
*Özlenmeye, korkulmaya değer mi?” dörtlüğünden anlaşılmaktadır.
Bütün dinsel yorumlara ve vaadlere karşı yalnızca burada, bu dünyada insanca yaşamayı başlıca konu bilir:
“Şurda oh diyecek bir yer olsaydı
Ya da şu uzun yolun güzel bir son.
Yüzbin yıl sonra, yerin altından,
Otlar gibi, yeşil yeşil çıkma umudu.
Ömer Hayyam'ın (Çadırcı) bir benzeri daha olmayan Rubaiyat’ı pek çok kez dilimize çevrildi.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.