Medeniyetimiz, geçirdiği binlerce yıllık tarihsel serüveni içerisinde, bugünkü başarısına ve konumuna ne yazık ki mutlak bir refah ve barış içerisinde değil, bu çalışmamızda incelediğimiz üzere sonuçları hayal edilenden daha kanlı ve acımasız olan, savaşmaya ve yok etmeye dayanan rekabetinin eseri olarak ulaşmıştır.

Uygarlık tarihi boyunca saldırı veya savunma amaçlı olarak kullanılan silahlar ve bunlara bağlı diğer icatlar, geliştikçe ve kullanıldıkça, aslında sadece savaşları ve sonuçlarını değiştirmiyor. İnsanlığın ortak malı ve meyvesi olan medeniyetleri, bilgi ve kültür mirasını, örf ve adetleri de kökten değiştirebiliyor. Bilim ve teknolojide gerçekleştirilen her yenilik ve buluşun maalesef silahların gölgesinde kaldığı acı bir gerçek. Bu yüzden silahlar aslında sadece savaşları, savaş yöntemlerini değil; sadece tarihi de değil, insanların birbirine olan bakışını da değiştiriyor. Daha fazla öldürme özelliği silahlar için, en belirleyici kriter olarak algılanıyor. Bunların sonucu olarak da insanlık ölmeme uğruna daha fazla öldürme vahşetine hemen her dönemde şahit oluyor.

Günümüzden milyonlara yıl önce ilk insanlar, kendilerini vahşi hayvanlardan korunmak ve karınlarını doyurmak için taştan yapılmış mızrak, ok uçları taş uçlu mızraklar kullanarak diğer canlılardan farklı olduğunu kanıtlamıştır. Daha sonraları ucuna yağ batırılmış paçavraları yakarak, okları uzaktaki düşmana atmak ateşli silahların atası olmuştur. İnsanoğluna bu yeterli gelmeyince daha büyük zayiatlar verdirecek silahları aramaya, yapmaya başlamıştır.

Makalemizde, tarihsel seyri değiştiren silahların belirlenmesinde bunların ortaya çıkışlarıyla meydana getirdikleri siyasi, sosyal, kültürel ve tarihi etkiler dikkate alınmıştır. . Nitekim bunlar kadar hatta daha önemli ve işlevsel onlarca müstakil silah ve icatlardan bahsedilebilir ancak bu silahların makalemizde ele aldığımız silahların antisi yani geliştirilen bu silahların değişik alanlardaki- seviyelerdeki versiyonları oldukları görülür.  Tarihin akışını değiştiren silahları incelerken popülerlik ve güncellik ölçütü dikkate alınarak günümüzden geçmişe doğru bir sıralamayla ele alınmışlardır.

İnsansız Hava Araçları Ve Robotik Silahlar

Uçak bir savaş aracı olarak ilk defa İtalyanlar tarafından, Trablusgarp’taki Osmanlı kuvvetlerine karşı kullanılınca, büyük bir hezimet yaşayan Osmanlı subayları bu silahı ‘Büyük bir namertlik’ olarak görmüşlerdi. Bugün gelinen noktada asıl namertlik olarak tabir edilen durumun gerçekte tartışmasız şekilde İHA teknolojisiyle profesyonelleştiği ortaya çıkar. İHA teknolojisi ve ona paralel ilerleyen diğer robotik teknolojilerin gelişimi, medeniyetin ilerleyişi bakımından gerek askeri gerekse de sivil amaçlı birçok alanda devrimsel yenilikler sunmaktadır. Konunun uzmanları,  yakın gelecekte kahramanlığa dayalı insan faktörünün ve klasik savaş manzaralarının sadece tarih kitaplarında kalacağını, bunların yerini robotların savaştığı ve kan yerine metal yığınlarının doldurduğu manzaralara bırakacağını belirtmekteler.

Robotik hava araçları, radyo kontrol ve atalet güdüm sistemleri ile ilk olarak I. Dünya Savaşında hedef uçakları olarak uçaksavar eğitim atışlarında kullanılmışlardır. II. Dünya Savaşı döneminde ise, taarruz uçağı rolleri verilmekle birlikte, o dönemdeki çalışmalar İHA’lardan çok güdümlü füze teknolojisinin geliştirilmesine odaklanmıştır. 1950’li yılların sonrasında ise TV güdüm teknolojisi ile İHA Sistemleri’nin daha çok havadan keşif yapmak amacıyla kullanıldığı, Vietnam savaşında çok sayıda İHA’nın bu amaçla görev icra ettiği bilinmektedir. ABD dışında 1960’larda Rusya, Avrupa Ülkelerinde, 1980’lerde özellikle İsrail’de önemli girişimler başlamıştır.

Silahlı casus uçaklar da dahil olmak üzere, yeni bir askeri robot kuşağının geliştirilmesi, savaş alanında en büyük devrimlerden birini oluşturabilir. Tarih boyunca ulusların giderek daha ölümcül savaş yöntemleri geliştirme mücadelesi vermesi sonucunda, sürekli yeni bir silah tekniği geliştirildi. Ancak, yeni ortaya çıkan teknolojilerin çoğu, sadece yüksek ateş gücü vaat etmiyor, aynı zamanda savaşta asker sayısının da azaltılmasını sağlıyor. Afganistan ve Pakistan'da insansız uçakların giderek daha fazla sayıda kullanılması, birçok politikacı ve Pentagon'daki planlamacı arasında, ABD'nin büyük ölçüde casus uçaklara bel bağlayarak etkin askeri operasyonlar yürütebileceğine dair görüşü güçlendirdi

Uydu haberleşme teknolojisi, sensör teknolojileri, bilgisayar işlemci teknolojilerindeki gelişmelerle birlikte özellikle 1990’lı yılların sonuna doğru artık ağır sanayi ürünlerinin yerini bilgi teknolojileri içeren akıllı sistemler almaya başlamıştır. Bu son dönem içerisinde platform merkezli savaştan, Ağ Merkezli Savaşa doğru yaşanan süreçte insansız hava araçları en önemli sistemler haline gelmişlerdir.

Tehlikeli, yüksek risk arz eden, insan fizyolojisinin dayanamayacağı kadar uzun süren hava harekatında İnsansız Hava Araçlarının (İHA) rolü öne çıkmaktadır. Şekil, büyüklük ve fonksiyonlarına göre avuç içi kadar olan boyuttan tonlarca kalkış ağırlığına sahip muhtelif tipte İHA’lar bulunmaktadır. Temel olarak askeri ve fakat sivil amaçlı kullanım alanlarını iki ana başlık altında ele alınan günümüzün İHA Sistemlerinden öncelikli olarak geçmişte olduğu gibi askeri maksatlı olarak yararlanılmaktadır.

Taaruz, İç Güvenlik, Hava Savunma, Sinyal İstihbaratı, Hedef Uçak, Elektronik Harp, özel görevler vb. faaliyetlerin yanı sıra, en yoğun şekliyle keşif gözlem amacına yönelik olarak uzaktan algılama araçları olarak kullanılmaktadırlar. Bu faaliyetler esnasında hava araçlarına entegre edilen elektromanyetik spektrum içerisinde yer alan gündüz, kızılötesi (infrared), yakın kızılötesi (near infrared) kamera sistemleri, yapay açıklıklı radar sistemleri, havadaki mikroorganizmaları tespit eden biyolojik sensörler, hava bileşenlerini lazer spektroskopi yöntemi ile belirleyebilen kimyasal sensörler kullanılmaktadır. ABD’li üretici firmalar bu alanda %60’lık piyasa payı ile en önde yer alırken, İsrail ve %4 gibi düşük bir pay ile Avrupa ülkeleri asıl oyuncular olarak öne çıkmaktadırlar.

2005 yılı içerisinde Afganistan ve Irak’ta taktik, İHA sistemleri ile 100, 000 saat üzerinde uçuş gerçekleştirilmekle birlikte, bu süre her yıl 3'’e katlanarak devam etmektedir. Askeri alanda bu kadar yaygın kullanılan İHA Sistemleri’'nin, sivil amaçlı kullanımında da son yıllarda önemli gelişmeler olmaktadır. Bu amaçlar emniyet-asayiş, sınır güvenliği, meteorolojik araştırmalar, haberleşme sistemlerine alt yapı sağlamak, orman yangınları ve kaçakçılık ile mücadele, çevre kirliliğinin tespiti, ekim ve hasat gözlemleri, balıkçılık, 3 Boyutlu Haritalama, Boru Hatlarının Güvenliği vb. yer almaktadır.

Atom Bombası

Yakın tarihimizin şüphesiz en sansasyonel ve yıkıcı silahı, atom bombası olmuştur. Diğer silahların bütün olağan öldürücü etkilerine karşılık atom bombası sadece kullanılan ülkeye karşı değil insanlık medeniyetinin geneline yönelik bir tehdit ve yıkım taşımaktadır. Diğer ölümcül silahların bıraktığı etkiler bir iki yıl içerisinde ortadan kalkarken atom bombasının bıraktığı etkiler onlarca yıl devam ederek adeta zehir saçan devasa bir fırtına gibi insanlığı yok etmektedir.

NATO ve SSCB'’nin birbirlerine yönelik stratejik güç ve avantaj elde etmeye yönelik hırslarının ürünü olan atom bombası savaşların hedef kitlesini değiştirerek sivilleri de savaşın muhatabı haline getirmiştir. II. Dünya Savaşı’nda, Japonya’ya atılan atom bombaları insanlık tarihine kara bir leke olarak düşmüş, insanoğlunun yıkıcı ve vahşi yönlerini bir kez daha ortaya koymuştur.

Atom bombasının ortaya çıkardığı trajik etkiler büyük devletleri ve devlet adamlarını harekete geçirmiş, tıpkı kimyasal ve biyolojik silahlar gibi bunların da kullanımlarının ve depolanmasının sınırlandırılmasına yönelik uluslar arası düzenlemeler yapılmıştır.

Teknik olarak bakıldığında atom bombası, patlamanın kontrolsüz çekirdek tepkimesi yoluyla sağlandığı bir bomba modelidir. Çekirdek tepkimesi zincirleme ve çok hızlı gerçekleştiğinden ortaya devasa boyutta bir enerji açığa çıkar ve bu da patlama ile beraberinde şok dalgası ortaya çıkarır.

1945 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nin attığı bombalar Japonya'ya çok zarar vermiştir. Termonükleer bombanın bulunmasından sonra atom bombası taktik silahı olmuştur. Nükleer silahların üretimine başlanmasına neden olmuştur. İlk olarak Nazi Almanya’sına atılması planlanan bomba savaşta Almanya yenilince Japonya'ya atılmıştır.

Uçak

İnsanlığın hayal ve arzularını yazıya dökebildiği binlerce yıldan bu yanadır ifade ettiği ve hayallerini büyüleyen en büyük dileği :Uçmak

Uçağın icadıyla insanoğlunun binlerce yıllık rüyası gerçekleşmiş uçak sayesinde insanlık kendisini yere bağlayan fiziki zincirlerinden kurtulmuştur. Uçağın icadı kuşlara imrenerek bakan insanın Hezarfen Ahmet Çelebi’yle her şeyi göze alabilme cesaretinin gökyüzüne kavuşma arzusunun meyvesi olmuştur. Uçakla birlikte artık mesafeler ve doğal engeller orduları sınırlandıran engeller olmaktan çıkmış, eskinin piyade üstünlüğü yerini bu yeni hava araçlarına bırakmıştır.

Makalemizin esas konusu olan savaş ve silahlar bakımından masaya yatırılıdığında dünya tarihinde ilk savaş uçağı 1911 yılında Trablusgarp Savaşında İtalyanlar tarafından Osmanlı Devletine karşı kullanıldı.

Wright kardeşlerden Orville Wright tarafından 1903 yılının sonlarında gerçekleştirilen 12 saniyelik ilk motorlu uçuştan sonra, havacılık hızlı bir gelişme içerisine girmişti. 1910’lu yıllara gelindiğinde Avrupa ülkelerinin bir çoğu uçağı harp sahasında kullanmak üzere hava gücü oluşturma çabasına girmişlerdi.

Tarihte ilk kez savaş uçağı İtalyanlar tarafından Osmanlı Devletine karşı Trablusgarp Savaşında kullanıldı. İlk hava keşfi, ilk hava fotoğrafı, ilk havadan topçu ateşi yönlendirmesi, ilk hava bombardımanı bu savaş sırasında yaşandı. Tabi ki bu arada uçağa yerden ateş açan ilk millet ve ilk havacıyı vuran millet de Türkler olarak kayda geçti. Fakat savaş uçaklarının bu ilk denemesi özellikle İtalyan komutan tarafından yeterli görülmedi.  İtalya'’nın 1911 Eylülünde Trablusgarp’a saldırması dünya harp tarihinde birçok ilklerin de yaşanmasına neden oldu. Bu saldırı sırasında İtalyanlar yanlarında 28 uçak ve 4 balondan oluşan bir hava gücü getirdiler. Osmanlı komuta kademesinin çaresizlik içinde hezimete uğradığı bu saldırıda yaşanılanları anlamlandırmaları epey uzun sürmüş tıpkı yüzyıllar önce İslam ordularının İspanyollara karşı top kullandığında İspanyolların yaşadığı şokta olduğu gibi durum uzun bir müddet insanüstü güçlerin varlığına yorumlanmıştır.

İlk uçaktan bu yana hava araçları radikal değişimler geçirmiş ilk ortaya çıkarken yarattığı gibi bugün de her türlü savaşın esas belirleyeni olmaya devam etmektedir.

Telsiz

Telsiz, en basit ifadesiyle arada herhangi bir kablo bağı bulunmayan ve noktadan noktaya Radyo Dalgaları ile ses ve data sinyallerinin taşınması yöntemi ile yapılan haberleşme çeşididir.

İnsanların duman , kuş, davullar, atlı veya yaya ulaklarla haberleşmek zorunda olduğu zamanlardan günümüze iletişimi mesafe engeli olmaksızın el içine alınabilen küçük bir cihazla anlık bir işleme çevirmiştir.

İletişim, geçmişten günümüze savaş denilen ve ordularını en iyi koordine edebilen güçlerin öne geçtiği devasa ve kanlı bir oyunun en önemli parçası olmuştur. Büyük savaş dehalarının ve stratejistlerin hemfikir olduğu elzem husus: ‘Muhaberede iyi olan muharebede de iyi olacaktır’ ilkesidir. Yakın zamanda yaşanan ve geçmişte sonuçlarıyla tarihe geçmiş birçok büyük savaşta bu ilkenin geçerliliği doğrulanmıştır.

Son yüzyılın en ibretamiz savaşlarından biri olan ‘Yomkippur Savaşı’, iletişimsel üstünlük ve teknolojinin birleşmesiyle küçük ve az sayıda bir orduyla sayısı milyonları geçen devasa orduların nasıl mağlup edilebileceğini gösteren güzel bir örnektir. Arap birliğinin İsrail'e saldırdığı ve altı gün süren savaşta, Amerika Akdeniz’deki donanmasından jammer (ceymır) cihazlarıyla Arap ordularının iletişimini engellediğinden, Arap uçaklarının tamamı iş yapamaz duruma düşmüştü. İletişimi yok edilmiş olan Arap orduları İsrail’in karşısında iyi koordine edilmiş küçük İsrail birlikleri karşısında ağır bir yenilgiye uğramıştı. Haberleşmesi yok edilmiş bir ordu savaşı kaybetmeye mahkûmdur. Nitekim savaştan önce beş milyon askerden oluştuğu söylenen Irak ordusu çölde nereye gideceğini, nasıl bir düşmanla karşılaşacağını bilemeden dolandı durdu. Bu savaşın sunucu ağır Irak için bir hezimet olmuştur.

Bu kadar önemli ve insanları doğal engellerin esaretinden büyük oranda özgür kılan bu teknolojik atılımın öyküsüne gelince:

İtalyan bir mucit olan Guglielmo Marconi, kardeşiyle yaptığı birçok deneme ve çalışmadan sonra kablosuz iletişim konusunda büyük bir ilerleme kaydetti. İcat ettiği bu cihazı Kendi ülkesinde tanıtmaya ve tescil etmeye çalıştı, buluşunu İtalyan Posta ve Telgraf Bakanlığı’na önerdi. Ret cevabı alınca, yaptığı yeni aygıtla birlikte İngiltere’ye göç etti. O dönemde İngiltere, dünyanın en büyük denizcilik gücüne sahipti ve radyo dalgalarıyla haberleşmenin getireceği yararları en iyi değerlendirebilecek ülkeydi. 1896 yılının Şubat ayında geldiği İngiltere’de ilk düş kırıklığına uğradı. Hoyrat bir gümrük görevlisi, Guglielmo’nun vericisini bir casusluk aygıtı sanarak parçaladı, sahibine de “Pis İtalyan anarşisti” diyerek hakaret etti.

Marconi, yanında getirdiği annesi ile birlikte, Londra’da bir oda tuttu ve oraya yerleşti. 2 Haziran 1896 günü de, bulduğu bir metodun tescili ricasıyla Patent Bürosu’na başvurdu. Metodunu tanıtırken şöyle yazmıştı dilekçesine: “Bu yöntemle, elektriksel hareketler ya da bildiriler, havada, karada ya da denizde, yüksek frekanslı elektriksel devinimler aracılığıyla iletilebilirler, ” Çok geçmeden kendisini Londra Postanesi’nin Başmühendisi Sir William Preece’nin karşısında buldu. Sir Preece, 21 yaşındaki bu İtalyan gencine ve onun buluşuna büyük bir ilgi göstermekle kalmadı, bilimsel çalışmalarını sürdürebilmesi için Marconi’ye her türlü desteği sağladı.

12 Aralık 1896 günü, Londra’da Toynbee Hall’de telsiz cihazının ilk tanıtımı yapıldı. Ertesi yılın Temmuz ayında, Marconi tarafından kurulan Wireless Telegraph and Signal Co. Ltd. adlı şirket, telsiz ve telsiz istasyonu ile radyo malzemeleri üretmek için faaliyete geçti. İlk sürekli telsiz istasyonu, Isle of Wight’ da, Ahım Körfezi’ndeki Needles Hotel’da 1897 yılının Kasım ayında kuruldu.  Telsiz , savaşta o kadar önemli bir yer edinmiştir ki , kendisinden sonra yaygınlaşan tank , uçak gibi araçların o zamana kadar en önemli sorunu olan merkezle iletişim kurma sorununu ortadan kaldırarak bu araçların tarihteki ve savaşlardaki haklı yerlerini almalarını sağladı.

Telsizin en yaygın kullanımı şüphesiz ki, tanklarda olmuştur. Erken dönemdeki tank manevralarında, zırhlı birliğin üyeleri arasındaki haberleşme el işaretleri ya da semafor ile sağlanmakta ve bazı durumlarda tank personeli tanktan inerek diğer tanka yürümekteydi. I. Dünya Savaşı'nda durum raporları, gözlem deliklerinden çıkarılarak karargâha gönderilen posta güvercinleri ile sağlanmaktaydı. İşaret fişekleri, duman, hareket ve silah atışı tecrübeli personel tarafından taktiklerini koordine etmek için kullanılıyordu.  1930'lardan 1950'lere kadar tüm ülkelerin orduları telsizle donatıldı, ancak telsiz trafiğini azaltmak için görünür işaretler hâlâ kullanılmaktadır. Modern bir tank, genellikle bölük ya da tabur telsiz ağına bağlı çalışan telsizlerle donatılmıştır. Aynı zamanda daha üst seviye ağları da dinleyip diğer hizmet sınıfları ile hareketler koordine edilmektedir. Bölük ve tabur komutanlarının tanklarında genellikle ek bir telsiz vardır.

Telsizin ya da genişletilerek söylenecek olursa, radyo dalgalarının askeri muharebede kullanımı tank ve uçak gibi savaşta belirleyici araçların etkili şekilde kullanılmalarını sağlamakla birlikte günümüz savaş teknolojilerindeki insansız araçların ve robotik silahların da geliştirilmesine büyük katkılar sunmuştur.

Tank

Savaşların düzenli ordularca yapılmaya başlandığı ilk andan itibaren askerler savaş alanında heybeti ve hakimiyetiyle hem psikolojik hem de dinamik yıkım tesiri olacak araçlar kullanmaya çalışmışlardır. Savaş arabalarından kullanılan heybetli hayvanlara , tekerlekli atış kulelerinden zırh giydirilmiş iri cüsseli askerlere kadar sayısız araç kullanılmıştır.

Birinci Dünya Savaşı başladığında makineli tüfeklerce korunan derin ve çok yönlü siperler Avrupa’daki savaşan devletler için adeta insan ve para yutan devasa bir girdap halini almıştır. Bu savaşın ilk yıllarında İngiliz, Fransız ve Almanların kaybı bir milyona yaklaşmaktaydı. Böylesine dehşetengiz sonuçlar karşısında ilk çalışmalar İngiltere’de başlamış ve modern anlamda ilk ‘tank’ ortaya çıkmıştır. İngilizler geliştirdikleri bu silaha ‘Motorlu Makineli Tüfek’ adını verdi. İlk tankın ortaya çıkışını müteakiben baş döndüren bir hızda tank versiyonları ortaya çıkmıştır. Bugün gelinen noktada tanklar elektronik ve çeşitli optik sistemlerle donatılarak mobil kaleler haline getirilmişlerdir

Teknik özellikleri ve gelişim serüveni açısından bakıldığında tank, ana görevi doğrudan ateş gücü kullanımıyla düşman kuvvetlerine saldırmak olan, paletli ve zırhlı bir savaş aracıdır. Tankı diğer savaş araçlarından ayıran özellikleri ağır bir zırha, yüksek ateş gücüne ve her türlü arazide hızlı gidecek şekilde tasarlanmış sürüş takımlarına sahip olmasıdır. Her ne kadar masraflı ve lojistik açıdan çaba gerektiren araçlar olsa da, yer hedeflerine saldırma yeteneği ve piyadelerin moralini çökertmesi nedeniyle modern orduların vazgeçilmez unsurlarındandır Tanklar ilk defa I. Dünya Savaşı'nda, siper harbi çıkmazını yok etmek için kullanılmış ve zamanla savaş alanında klasik süvari görevlerini üstlenmişlerdir.

Tank ismi, ilk kez İngiltere'de tank fabrikalarında kullanılmaya başlanmıştır. Bir savaş aracı yapıldığını saklayabilmek için işçilere İngiliz Ordusu için paletli su depoları üretildiği izlenimi verilmiştir. Bir başka rivayete göre, Winston Churchill'a İngiliz Ordusu'nda görevli Subay Ernest Swinton tarafından sunulan gizli raporda yeni motorize silahtan bahsedilmekte ve üç adet olası isim önerilmektedir. Bunlar "cistern" (sarnıç, su deposu), "motor-war car" (motorlu savaş aracı) ve tanktır. Ancak tank söylenmesi kolay olduğu için tercih edilmiştir. Ancak en zorlama senaryo Winston Churchill'un resmi biyografisinde geçmektedir. Bu yeni silahları saklamak için, çizimlerde ve projelerin üzerinde "Rusya'ya su taşıyıcı" (Water Carriers for Russia) diye yazılmıştır. Ancak yazarken kısaltma olarak "Rusya'ya WC" yazılabileceği düşünülmüş ve çizimlerde "Rusya'ya su tankları" olarak değiştirilmiştir. Bunun üzerine bu silahların adı tank kalmıştır

Batı Cephesi 'ndeki savaş koşulları Birleşik Krallık Ordusu'nu, siperleri geçebilecek, dikenli telleri aşabilecek ve makineli tüfek ateşinden etkilenmeyecek kendinden tahrikli bir araç geliştirmek için araştırmaya itmiştir. 1914 yılında Kraliyet Deniz Hava Kuvvetleri tarafından bir Rolls-Royce zırhlı aracın kullanıldığını gören ve Binbaşı Ernest Swinton 'ın paletli bir savaş aracı üretme fikrinden haberdar olan, zamanın Deniz Kuvvetleri Komutanı Winston Churchill bu yeni silahın geliştirilmesini izlemek için Landships Committee (Karagemileri Komitesi)'nin kurulmasına önayak oldu. Karagemileri Komitesi, Little Willie adı verilen ve Birleşik Krallık Ordusu tarafından 6 Eylül 1915 'te test edilen ilk başarılı tank prototipini ortaya çıkardı. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı tarafından kara gemisi diye adlandırılsalar da, gizliliği sağlamak açısından ilk araçlar su depoları ya da kısaca "tank" olarak adlandırılmıştır[. İşçilere paletli su taşıyıcıları ürettikleri izlenimi vermek için kullanılan tank kelimesi 24 Aralık 1915 'te resmi olarak kullanılmaya başlanmıştır.

Tankın İlk Kullanımı:

15 Eylül 1916 sabahı Almanlar, mevzilerini çevreleyen sıralar halindeki tel örgülerin ve ölüm kusan makineli tüfeklerin emniyeti altında ve aşılmaz zannettikleri mevzilerindebaskına uğramışlardı. Sabahın erken saatlerinde, hafif puslu bir havada, içi sudolu bir mermi çukurunda, uykusuzluktan ve yorgunluktan bitkin bir halde bulunan gözcü Fritch'i, bir hadise canlandırmıştı. Gözlerine inanamıyordu. Asap bozan madeni gürültüler ve yaklaştıkça büyüyen cisimlerin çukur, hendek, çamur, tel örgü dinlemeden ilerlemekte olduklarını hayret ve şaşkınlıkla seyrediyordu. Derhal telefonuna sarıldı, gördüklerini anlatmak istedi. Onunla alay ettiler. Nöbet yerini terk ederek gördüklerini şifahi olarak anlatmak istedi. Onu korkaklıkla itham ettiler. Çaresiz bu ejderhaları bekledi ve kısa bir süre sonra Fritch ve yüzlerce arkadaşı bu amansız silâhların paletleri altında can verdiler. Bu insanlar, çamur ve cesetler arasında ilerleyen, harp tarihindebüyük bir inkılap yaratan yeni bir harp vasıtasıyla; “TANK” ile tanışmışlardı.

İlk operasyonel tank olan Mark I, Kraliyet Donanması'ndan Yüzbaşı H. W. Mortimore tarafından 15 Eylül 1916'da Somme Çarpışması esnasında Delville Korusu'nda kullanılmıştır. Fransızlar Holt traktörlerinden geliştirdikleri Schneider CA1 tankını ilk defa 16 Nisan 1917'de kullanmışlardır. Tankların yoğun olarak kullanılıp başarılı oldukları ilk çarpışma 20 Kasım 1917 'deki Cambrai Çarpışması olmuştur. Daha sonraki Amiens Çarpışması’nda da tanklar, zırhlı destekleriyle Alman siperlerini yarıp geçme konusunda etkili olmuşlardır. Tank sayesinde siper savaşı demode olmuştur. Birleşik Krallık ve Fransız kuvvetleri tarafından savaş alanlarında kullanılan binlerce tank savaşın kazanılmasında önemli katkılarda bulunmuştur.

Tankların temel rolleri ve özelliklerinin tamamına yakını I. Dünya Savaşı sonunda geliştirilmiş olsa da, o zamanki tankların 21. yüzyıl kopyaları, performans seviyelerini on kat artırmıştır. Özellikle diğer tankların yarattığı sürekli değişen tehditlere ve gereksinimlere cevap verebilmek için büyük oranda düzeltmeye uğramışlardır. Tankların artan yeteneklerinin karşısında dengeyi sağlamak için diğer tanklar ve antitank silahlar sürekli geliştirilmiştir.

Bir tankın etkisini belirleyen üç geleneksel etmen vardır: Tankın ateş gücü, hareketliliği ve korunması. Bir tankın savaş meydanındaki heybetli varlığının düşman askeri üzerindeki psikolojik etkisine şok etmeni denir.

Ateş gücü, bir hedefi bozguna uğratma, yenme yeteneğidir. Bununla söylenmek istenen şudur: Bir tankın hedefe saldırabileceği maksimum uzaklık, hareket eden hedeflere saldırı yeteneği, birden çok hedefe arka arkaya saldırabilme hızı ve diğer zırhlı araçlar ile sipere girmiş piyadeyi yenebilme yeteneği.  Hareketlilik ise şu noktaları içerir: Arazi üzerinde hız ve çeviklik, aşılabilen arazi çeşitliliği, geçilebilen engellerin, siperlerin ve suyun boyutları, küçük köprüleri geçme yeteneği, yakıt ikmali yapılmadan aşılabilen mesafe. Stratejik hareketlilik aynı zamanda yollarda yüksek hız ile seyredebilme yeteneği ve demiryolu ya da kamyon ile taşınabilme özelliğini de içermektedir.  Olağanüstü güçlü bir silah olmasına ve kara savaş alanının tartışmasız kralı sayılmasına rağmen tanklar yenilmez değildirler. Aslında birçok antitank silahın geliştirilmesinin sebebi de tankın bu üstünlüğüdür. Genellikle daha az zırha sahip üst kısıma saldırabilen antitank helikopterlerinin geliştirilmesiyle birlikte tankların zamanının geçtiği de söylenmiştir. Bu iddia henüz doğrulanmamıştır ve değişik açık noktaları ortaya çıkarabilecek eşit güçler arasında tank ve helikopter savaşı olmamıştır.

Kendisine karşı özellikle kullanılan tanksavar silâhları ve diğer silâhlar karşısında beka yetenekleri açısından yıllardan beri tank lehine olan üstünlüğün bozulmak istenmesi yönünde sarf edilen her türlü gayrete rağmen bu üstünlük bozulmamış, hiçbir silâh tankın sahip olduğu yetenekleri ve onun silâh sistemleri içindeki ayrıcalığına tek başına sahip olamamıştır.

Makineli Tüfek

Tüfeğin icadından ve savaşlarda etkin bir şekilde kullanılmasından sonra, savaşlar farklı bir boyut kazanmış kılıç , mızrak ve oklarla yapılan savaşlar yerini çok daha etkili ve isabetli olan tüfeğe bırakmıştır. Ancak tüfeğin icadıyla birlikte tekrar önemli bir sorun ortaya çıkmıştır. En çok tüfekli adama, yani piyadeye sahip olan savaşlarda galip olmaya devam etmiş yanı sıra daha da kısa sürmesi beklenen savaşlar yer yer daha da uzamıştır, zira piyadenin mermileri tükense bile süngüleriyle göğüs göğse savaşı klasik muharebe tekniği olarak tıpkı kılıçla savaşılan zamanlardaki gibi savaşı zaman zaman içinden çıkılmaz bir hale sokmuştur. Yine küçük birliklere karşı hücuma geçme şeklindeki saldırılar küçük birliklerin imhasına yol açmaya devam etmiştir.

İngilizler'in 2 Eylül 1898'de Omdurman Savaşı'nda kullandıkları dünyanın ilk makineli tüfeği bir Amerikan yahudisi olan Hiram Maxim'in icadıydı. İleri yaşlarında pekçok icadın patentini alan Maxim, 1881 yılında Paris sergisini gezerken bir İngiliz'in "Çok para kazanmak istiyorsan öyle birşey icad et ki;Avrupalılar birbirini daha kolay boğabilsin" tavsiyesi üzerine Londra'ya taşınarak, Hatton Garden'e yerleşmiş ve burada küçük bir fabrikada dakikada 666 atış yapabilen tek namlulu bir piyade tüfeği geliştirmiş, ayrıca tüfekte kullanılacak dumansız barutu da icad etmişti. Her merminin tepme gücü, kovanın otomatikman dışarı atılmasını ve yeni merminin yuvaya sürülmesini sağlıyordu.

Yeni silah ilk kez 1885'de tanıtıldı. 1891'de İngiliz ordusunda kullanılmaya başlanacak olan bu olağanüstü silahı görmek için, aralarında Galler Prensi'nin de bulunduğu pekçok kişi Hatton Garden'deki küçük fabrikaya gitti. . Yaklaşık yüz piyade tüfeğinin atış gücüne sahip olan silah, İngiliz ordusu tarafından hem Zimbabwe'de, 1893-1894 arasında yapılan Matabele Savaşı'nda, hemde Güney Afrika'daki Boerler Savaşı'nda kullanıldı. Matabele'deki bir muharebede, sadece 50 İngiliz koloni askeri, 5 bin Matabele savaşçısını 4 adet Maxim ile püskürtmeyi başarmıştır.

Avusturya, İtalya, Almanya, İsviçre ve Rusya, Maxim'i İngilizlerden hemen sonra ordularına dahil etmişler ve 1905'e gelindiğinde otomatik tüfek 19 farklı ordu ve 21 donanma tarafından kullanılmıştı. Hiram'ın makineli tüfeği, gençliğinde Amerika'da Shangerville kasabasının değirmenlerini saran farelere karşı icad ettiği "kendi kendini kuran" kapanın prensibine göre yapılmıştı. Patlayan her mermi, ikinci patlamayı hazırlıyordu. Daha sonra üretilen tüm makineli tüfeklerde de aynı prensip kullanılacaktı. İcad, dünya tarihinde ilk defa Amerikalılar'ın kullandığı 20 megatonluk atom bombasına eşdeğer bir sansasyon yaratmıştı dünyada.

Hiram Maxim, yeni buluşuyla dünyadaki güç dengesini altüst ederek, ateşli silahlar çağında adeta çığır açmıştı. . Yeni çağda insanların artık fareler kadar değeri olmayacaktı. Hiram'ın fare kapanı giderek "insan kapanına" dönüşecek ve bu kapana sahip olan dünyaya hükmedecekti. Gazeteci-Teğmen Churcill, Omdurman Savaşı'ndan sonra İngiltere'ye gönderdiği mesajında "Vahşiler medeniyetin silahları önünde yok oldular..." cümlesini kullanmıştı. . Sadece silah dünyasında değil, sömürgecilik çağında da yeni bir çığır açan bu harpten sonra elindeki müthiş silahla İngiliz İmparatorluğu'nun dünyanın geri kalan insanlarına "vahşi" damgası vurmasının pek de yadırganacak tarafı yoktu.

Makineli tüfekler sağladıkları üstün ateş gücüyle yüzlerce askerin atış gücüne denk bir avantaj sağlamış , askerlerin ustaca hazırlanan siperlerinden güvenli bir şekilde olabilecek her türlü hücumu püskürtebilmesine imkan vermiştir. Makineli tüfeklerin sağladığı bu güç orduları büyük bir engelden kurtarırken daha yük bir engelle karşı karşıya bırakarak savaşları neredeyse kimsenin galip olamadığı ‘siper savaşı’ yahut diğer adıyla ‘mevzi harbi’ sorunun kaynağı olmuştur. İnsanlık savaşla her ne kadar ölümden başka bir şey elde edemezse de ‘icatlar ihtiyaçlardan doğar’ ilkesi en fazla savaşlarla hayata geçtiğinden makineli tüfeklerin yarattığı bu açmaz kara savaşlarının kralı olarak adlandırılan ‘Tank’ların icadında birinci dereceden rol almıştır.

Tüfek

Tüfeğin icadı, barutun bulunuşu ve topun icadıyla yakından ilişkilidir. Nitekim, ilk tüfeklere el topu olarak bakılmıştır. Tüfeğin icadıyla savaşlar ilkel yöntemlerden ve araçlardan hızlı bir şekilde kademeli olarak modern ve eğitsel disiplinin ön plana çıktığı bir meslek halini almıştır. Tüfek, her ne kadar Avrupa’da savaşları ileri bir merhaleye taşıdıysa da, asıl misyonunu ve dönüştürücü etkisini yeni dünya olarak bilinen Amerika ve Afrika’da yerine getirmiştir. Teknolojik ilerlemelerden bihaber dünyanın bu bölgelerinde insanlar hala ilkel savaş aletleriyle düşmanlarına karşı koymaya çalışıyorlardı. İngiliz, İspanyol, Portekiz denizcileri ve Hollandalı sömürgeciler zamanlarının ölüm saçan silahı tüfeklerinin gücünü gittiklerdeki yerlerde son derece zalimce kullanmışlardır.

Batılı tarihçiler her ne kadar tüfeği özellikle Avrupa’da kullanılan bir silah olarak öne çıkarsalar da tüfek Osmanlı ordusunda oldukça efektif bir silah olarak kullanılmıştır. Osmanlı’nın gücünü uzun yıllar korumasının sırlarından biri de etrafında yaşanan teknolojik gelişmelere duyarlılığını kaybetmemesidir. Çeşitli tarihi kaynaklarda İstanbul’un fethinde çok sayıda değişik özellikte silah kullanıldığı görülür.

Tüfeğe benzer ilk ateşli silah, 1400'lerde yapılan ve arkebüz olarak adlandırılan küçük bir toptu. 1500'lerde daha gelişmiş tüfekler yapıldı. Bunlar ağızdan dolduruluyor ve fitilli ya da çakmaklı bir ateşleme sistemiyle ateşleniyordu. Bu tüfeklere çakmaklı tüfekler de denir. 1807'de çarpmalı ateşleme sistemi geliştirildi. Bu sistemde, çarpmayla alev alan bir kapsül haznedeki barutu ateşliyordu. 1840'larda çakmaklı ve fitilli tüfeklerin yerini çarpmalı ateşleme sistemiyle donatılmış silahlar aldı. Yuvarlak kurşun atan bu tüfeklerin atışı çok isabetli değildi. Namluya yiv açma denemeleri 1500'lere kadar geri gitse de, gerçek yivli tüfekler ancak 1800'lerde yapılabildi. Öte yandan tüfeği ağızdan doldurmak namlunun yivlerini bozuyordu. Bu da atışların isabet oranını düşürüyordu. Bunu önüne geçebilmek için kuyruktan doldurma sistemi geliştirildi. Günümüzde kullanılan tüfeklerin ve av tüfeklerinin çoğu kuyruktan doldurulur.

Günümüzün muharebe tüfekleri, atış isabet oranları, monte ve bakım kolaylıkları, tesir ve taşınabilirlikleri bakımından mükemmelleştirilmiş olarak çağdaş ordularda her sınıftan askerin birincil silahı olmaya devam etmektedir.

Top

Barutun icadından sonra, kuşkusuz bunun en efektif kullanım alanı topun icadında ve kullanım alanlarında olmuştur. Barutun anavatanı olan Çin’de ilk top örneklerinin ilkel versiyonlarına rastlanır. Çinliler enli ve büyük bambu kamışlarının içine koydukları barutla çeşitli nesneleri fırlatarak bunu hem askeri hem de sivil amaçlı eğlencelerde kullanmışlardır. Topun makalemizi de ilgilendiren asıl önemi, meydana getirdiği tarihsel ve toplumsal değişimlerin bütün dünyanın siyasi spektrumunu şekillendirmesidir. Topun fonksiyonel bir şekilde Avrupa’da krallar tarafından kullanılması feodalitenin sonunu getirmiş , gelişen siyasi birlik ortamında güçlenen krallar dünya hakimiyeti arayışına girerek yüzyıllar boyu devam edecek kanlı savaşlar başlatmışlardır.

İronik bir şekilde topu uzun yıllar en işlevsel şekilde kullanan Osmanlı ordusu, kullandığı bu silahın Avrupa’da yarattığı siyasal dönüşümlerin etkisiyle yok oluşun eşiğine gelmiştir. Bugün medeni dünyanın en ileri güç ve kabiliyetine sahip Amerika kıtasının keşfi ve Avrupa’da karşı konulamaz şekilde yaşanan bilimsel, kültürel, endüstriyel, politik ve dini dönüşümler fırtınası topun en büyük başarısı olan İstanbul’un fethiyle başlamıştır.

Topun, İspanya'yı istila eden Berberiler aracılığıyla Avrupa’ya girdiği sanılır. Topun Avrupa’da ilk kez 1324'te kullanıldığı bilinmektedir. Barutun ana maddesi olan güherçile 13. yüzyıldan önce Avrupa'da bilinmediğine göre, bu tarihten önce topun Avrupa'da kullanılmış olması olanaksızdır. Osmanlılar topu ilk kez I. Kosova Savaşı ’nda, 1389 ’da kullanmışlardır. Fatih Sultan Mehmed İstanbul'un fethinde birinci derecede toptan yararlanmıştır.  Baruttan önce; topçuluk, ağır taşları ve tutuşabilen malzemeyi fırlatan basit mekanik düzenlerden oluşuyordu. Top büyük çubuk ile yuvarlak gülle atan bir silah. Malzemenin atım gücü; kıl veya sinirden yapılan halatlarla elde ediliyordu. Silahlara, genelde mancınık deniliyordu. Modern topları gibi, mancınık da güllelerini alçak bir yolla düşmana atardı. mancınık, zamanımızın havanı gibi, mevzilerinin arka kısımlarını dövmek ve düşman savunmasını kırmak için, dik mermi yolu ile 30 kg’lık taşı 540 metreye fırlatırdı. Barutun bulunuşu bunun ateşli silahlarda kullanılmaya başlanması ateşli silahlar gelişme göstermişlerdir. Top Kullanılan ilk ateşli silahtır.

1232 de Moğolların Piyenking’i kuşatması da, Çinliler tarafından topun kullanıldığı bilinmektedir. Müslümanlar Endülüs ’ü fethettikleri zaman İspanyol orduları az zamanda imha olunmuş, kalanları da tamamen korkmuş, sersemlemiş bir halde dağılmışlardı. Komutanları bu kadar derin korkunun ve perişanlık içinde firarın sebebini askerlerine sormuş: ’Bizi takip edenler bildiğimiz adi adamlar değildir. Her nerede isterlerse açık havada gök gürletiyorlar, şimşek çaktırıyorlar. Diledikleri yerlere tehlike salıyor, yıldırımlar düşürüyorlar. Böyle müthiş insanlardan mürekkep bir orduya karşı koymak kimin karıdır. ’ cevabını almıştır.

Bir silah olarak top en etkili ve profesyonel şekilde Osmanlı ordusunda kullanılmıştır. Çok sayıda kuvvetle kendinden emin bir şekilde Antalya Kalesini kuşatan Karamanlılara karşı top ilk defa kale müdafaasında kullanılmış ve Karamanoğlu İkinci Mehmed Bey, bir gülle isabetiyle ölmüştür.

Barut

İnsanın doğaya hakim olma mücadelesinin ve savaşın evriminin yeni ve çok yüksek bir safhaya taşınmasını sağlayan buluştur ‘barut. ’Diğer birçok buluş gibi tesadüfen bulunduğu sanılan barut, Modern savaşın evrimindeki en büyük adımdır.  Doğu’da, Çinliler, güherçileyi biliyorlardı. Abdullah adında Malaga’lı (İspanya’nın güneyi) bir Arap yazarı (1200 yılları), güherçileden söz ederken, “Çin karı” deyimini kullanmıştır. İranlı yazarlar ise, güherçileye “Hint karı” derlerdi. Böylece, güherçile, XIII. yüzyılın ortalarına doğru. Doğu’dan İslam ülkelerine geçti. Anlaşıldığına göre, Çinliler barut yapmayı biliyorlardı. Ancak, barutu, “maytap” ve “kestane fişeği” dediğimiz biçimde kullanmışlardır. Büyük İskender Hindistan’a gittiği sıralarda, barut Hindistan’da da biliniyordu. Marco Polo, Çin’e yaptığı uzun gezisinde, Çinli rahiplerin geceleri havada baruttu fişeklerle şenlikler yaptığını görmüştü.

Avrupa’da barutu ilk bulanın ise, Friburglu Berthold Schwartz (1318-1384) adında bir Alman rahip ve filozofu olduğu sanılıyor. Schwartz, Venediklilerin kullandıkları ilk topları dökmüş, bu toplarla gülleleri uzağa fırlatmak için de, baruttan yararlanmıştı. Ancak, kimi tarihçiler de, Avrupa’da barutun icadı şerefini, Roger Bacon (1224-1294) adındaki İngiliz bilginine verirler.

Avrupa’da, ateşli silahlarla barut, ilk kez XIII. yüzyılda kullanılmaya başlanmıştır. XIV. yüzyılda da, barutun topçuluk alanında kullanılması geliştirilmiştir. Barutun, bugünkü anlamıyla, ilk olarak. İngilizlerle Fransızlar arasındaki Cressy Savaşı’nda (1346) kullanıldığı sanılıyor.

Kimya alanındaki ilerlemeler sonucunda, nitrosellüloz ve nitrogliserinin elde edilmesiyle, hafif dumanlı barutlar kullanılmaya başlanmıştır. Eskiden, barut çok miktarda duman yaptığı için, ateş eden topun yeri hemen belli oluyor, üstelik, bu, top namlusunün kalın bir is tabakasıyla örtülmesine de yol açıyordu. Paul Vieille adındaki Fransız mühendisi (1854-1934) dumansız barutu icat ettikten sonra İse, silahlarda yalnız bu çeşit barut kullanılmaya başlandı (1886). Bundan birkaç yıl sonra da, İsveçli kimyager Alfred Nobel (1833-1896) daha yüksek nitelikte patlayıcı bir madde olan nitrogliserinil barutu keşfetti. Zamanla, barut geliştirilerek, değişik silahlarda, istenilen biçimde kullanılabilecek duruma getirildi.

Çinliler barutu silah olarak ilk defa, 904 yılında patlayıcı olarak kullandılar. Adını "uçan ateş" koymuşlardı. Ardından barut bombalarını mancınıklarda da kullanmaya başladılar. Barutun kayıtlı ilk itici güç olarak kullanılması 1132 yılında bambudan yapılmış toplarda kullanılması denemeleridir. Metal boruya sahip topların kullanımı 1268-1279 tarihleri arasında Moğollar ile Song Hanedanlığı arasındaki savaşta görülür.  Barutun Araplar tarafından kullanılması, 13. yüzyılda gerçekleşmiştir. Arapların barutu Asya seferleri sırasında Çinlilerden aldıkları tahmin edilmektedir.

Barutun Avrupa'ya nasıl geldiği hakkında fazla bir bilgi yoktur. Bazı tarihçiler İpek Yolu yoluyla geldiğine inanmakta, bir grup da, barutun Avrupa'da Çin'den bağımsız olarak icat edildiğini savunmaktadır. 1846 yılında İtalya'da Soprero, İsveç'te Schönbein ve Fransa'da Böttger adlı kimyagerler ayrı ayrı çalışarak Nitrogliserin ve Nitroselüloz ( veya pamuk barutu) adı verilen barut çeşidini buldular. bu patlayıcılar olumlu olduğundan, birçok kişi bunları tekamül ettirmek için çaba sarf etti 1886'da Fransız kimyager Vielle silahlarda kullanılabilen ilk dumansız barutu yaptı.

(Kara barut) Barut, ağırlıkça 15 birim potasyum nitrat (bazen yerine sodyum nitrat), 3 birim odun kömürü tozu ve 2 birim kükürdün karışımından oluşur. Bu oran yüzyıllar boyunca değişiklikler göstermiştir. Amaca göre oranı değiştirilebilir. Barut imalinde kullanılan bu üç kimyasal madde kolayca öğütülüp toz haline getirilebilir ve karıştırılır. Bu suretle yapılan baruta (un barutu) denilmekteydi. Bunun birçok sakıncası bulunmaktaydı. Bu karışım fıçılar içerinde nakledilirken patlama tehlikesi vardı. Ayrıca barutun yapıldığı maddelerin farklı özgül ağırlıkları olduğundan, fıçıda durduğu sürece ayrılarak bozuluyordu. Son olarak da rutubetten etkilenerek topraklaşıyor ve yanma özelliğini kaybediyordu. Bu sorun da yine 1400 yıllarında taneli barut yapılarak çözüldü. Şöyle ki toz haline getirilen üç kimyasal madde alkol ile karıştırılarak sulandırıldı ve sonra basınç ile kurutularak taneler haline getirildi. Bu tane barutun daha çabuk yandığı ve daha güçlü olduğu görüldü. Bu barut yine de mükemmel değildi. Atış yapıldığı zaman etrafı kesif bir beyaz duman kaplıyor ve birkaç top salvosundan sonra savaş alanı simsiyah oluyordu. Ayrıca tüfeklerde ve toplardan çıkan duman silahların yerini belli ediyordu. Bunlardan başka kara barut namlularda yapışkan bir tortu bırakıyor ve bir süre sonra bu birikintiler yüzünden gülle veya kurşun (ağızdan dolma) silaha sığmaz oluyordu. Atıştan hemen sonra namlu temizlenmezse, bu yapışkan tortunun içindeki kükürt kalıntıları rutubet alarak sülfürik aside dönüşüyor ve namlu içini kemirerek çürütüyordu. Duman ve tortular yüzünden doğan sorunlar başka bir barutun yapılmasını zorunlu kıldı

Dumansız barut: 1886'da Fransız kimyager Vielle silahlarda kullanılabilen ilk dumansız barutu yaptı. Böylelikle kara barutun doğurduğu teknik aksaklılıklar büyük oranda giderilmiş oldu. Barutun icadı, savaş tarihinin yazılmasında mürekkep vazifesi görmüştür. Barutla birlikte savaş alanındaki silahlar büyük oranda evrim geçirerek ‘ateşli silahlar’ kavramı müstakil bir bilim olarak kendine yer bulmuştur.

Eyer-Üzengi

Eyer ve onun tamamlayıcı bir parçası olan üzengi bir bütün olarak insanlık tarihinin belki de ayrılmaz bir parçası olan atın medeniyetin hizmetinde kullanılmasını sağlayan en önemli unsuru olmuştur.

Basit ve önemsiz gibi duruyor olsa da, bu aygıt motorlu kara taşıtları icat edilinceye kadarki binlerce yıl boyunca insanlığın eli ayağı olan atın insanlığın hizmetine girmesini sağlamıştır. Eyer ve üzenginin önemi neredeyse tekerleğin medeni ilerlemede tuttuğu yer kadar kritiktir.

Atların insanlık tarihine etkisi pek çok alanda kendini göstermiştir. Ulaşımdan haberleşmeye, tarımdan savaşlara kadar farklı farklı alanlarda atların insanlık tarihini hızlandırıcı etkisi görülmektedir. İlk olarak M. Ö. 5500'lü yıllarda Kuzey Kazakistan dolaylarında yaşayan insanlar tarafından evcilleştirildiği belirtilen atların savaş tarihine olan tesiri derin niteliktedir.

Bir savaş objesi olarak atın kullanımını ise M. Ö. 1350 yıllarına ait Mısır yarı kabartmalarında görebiliyoruz. Bu kabartmalarda ve M. Ö. 12. yüzyıldan kalmış kabartmalardan bir tanesinde Kadeş Savaşı'na katılmış bir atlı asker tasviri bulunmaktadır. Fakat yine de bu atları bugün bildiğimiz anlamdaki süvarilere benzetmemiz mümkün değildir; zira o dönemde ata binen insanlar eyer ve üzengi kullanmıyorlar ve atı kolayca yönetemeyecekleri şekilde arkaya oturuyorlardı. Atların o devirde henüz sırtlarında insan taşıyabilecek güce ulaşamadıklarını buradan da anlayabiliyoruz. M. Ö. 8. yüzyılda ise seçme ve ıslah yoluyla elde edilen cins atlara Asurlular ağırlıklarını omuzlarına vererek biniyor, hayvanlarla gerekli iletişimi kurabildikleri için hareket halindeyken ok atabiliyorlardı. Belki binicilik gelişmemişti ama biniciler istedikleri anda dizginleri ellerinden bırakarak da atlarını sürebiliyorlardı.

Asurlular, İskitler, Kimmerler gibi atlı kavimler Himalaya'lardan Kafkas Dağları'na kadar uzanan bir alan dahilinde kendilerine göre nispeten uygar olan kavimleri bile atlarına olan hakimiyetleri ve atlarını savaş alanlarında etkin biçimde kullanabilmeleri nedeniyle dize getirmeyi başarmışlardı. M. Ö. 7. yüzyılın sonlarında Mezopotamya'ya saldırmış olan İskitler, Ortadoğu - Hindistan - Çin ve Avrupa'daki uygarlıkların sınırlarında 2000 yıl kadar sürecek olan baskın, yakıp yıkma, köle alma, öldürme ve topraklara sahip çıkma olaylarının adeta habercisi olmuşlardır.

Atların kullanımında ve atlara hakimiyette çığır açan bir buluş olan üzenginin ise Avrupa'da 8. yüzyıla kadar kullanılmadığı ifade edilmektedir. Böyle söylenmesinin nedeni, Batı Avrupa'da süvari sınıfının bu yüzyıla kadar kurulmamasıyla bağlantılıdır. Romalıların "barbar" adını verdiği Batı Roma'yı yok eden kabileler Gotlar, Alanlar, Vandallar, Heruliler ve Hunlar atlı savaşçılardı. Fakat Avrupa nüfusunun çoğunluğunu oluşturan Keltler, Germenler veya Slavlar olsun bunlar yaya olarak savaşıyorlardı. Saldırı sırasında hareketlilikleri çok olan Kuzey Afrika'lılar (Moors) ve Vikingler, Franları süvari sınıfı kurmaya zorlamıştır.

Üzenginin doğuda ise milattan önce en erken 4. yüzyılda kullanıldığı belirtilmektedir. Bu döneme ait bir İskit vazosu üzerindeki kabartmalar üzengi ile donatılmış eyeri göstermektedir. Ki, bu da İskitlerin üzengiyi kullandıklarını gösteren bir kanıttır. "Atlı okçular" olarak bilinen birçok İskit önce üzengiye ihtiyaç duymamışlardır. Ancak sonradan Sarmatyalıların onları yenmesiyle buna gerek duymuşlardır. M. Ö. 2. yüzyıla uzanan Hindistan'daki bir Budist tümülüsündeki heykeller atlıların üzengi kullandıklarını göstermektedir. Kabileleri alanlarına katılan Sarmatyalılar, Hıristiyanlığın geldiği dönemlerde batıya doğru harekete geçtiler. Ağır zırh giyiyorlardı ve yayı kullandıkları gibi mızrak da kullanıyorlardı. Ve bunun yanı sıra üzengileri de vardı. Onlar İskitlerin yerine geçerek batı steplerinin efendileri oldular. Vizigotlar ve Ostrogotlar, üzengiyi kullanmayı onlardan öğrendiler. İskandinavya'dan Doğu Avrupa'ya yavaş yavaş sızan Vandallar, Gepidler, Heruliler ve diğer "Doğu Germen" kavimleri de üzengiyi Sarmatyalılardan öğrendiler. Elbette ki tüm kavimleri Roma içine süren Hunlar da üzengiyi kullanıyordu. Hunlar, Macaristan'da Attila'nın imparatorluğunun sona ermesinden sonra uzun müddet kaldılar ve Doğu Roma'nın en iyi süvarileri oldular.

(1- Ön Kemer, 2- Arka Kemer, 3- Sağrı, 4- Bağlantı Barı, 5- Örtü, 6- Kanat, 7- Zırh, 8- Üzengi Kayışı, 9- Üzengi. )

Üzenginin Avrupa'da yarattığı sosyal ve ekonomik değişim de yadsınamaz. Üzenginin 9. yüzyılda yaygın olarak kullanılmaya başlamasıyla süvari sınıfı Adrianopole Muharebesi'nde kaybettiği etkinliğini yeniden kazanmaya başlamış ve atlı soyluların muharebe gücünün artması sonucu Roma'nın yıkılışı sonrasında beliren kaos döneminde ortaya çıkan feodalizm Avrupa'ya sağlam şekilde yerleşmiş ve sonraki 6 asır boyunca Avrupa'nın temel siyasi ve ekonomik sistemi olmuştur. Üzenginin Avrupa’da ortaya koyduğu performans bugünkü manada profesyonel askerliğin önünü açmış ‘’Şövalyelik’’ kavramının altını dolduran baş etmen olmuştur. Şövalyeler üzerlerindeki ağır zırha rağmen, üzenginin sağladığı üstün hakimiyet kontrolü sayesinde bugünün zırhlı muharebe araçları gibi uzun yıllar savaş alanlarını yıkım meydanlarına çevirmişlerdir.

Kategoriler:

Yapılan Yorumlar

Henüz kimse yorum yapmamış.

Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.

Yorum Yapın

Güvenlik Kodu
Coğafya Tarih Sitesi Matematik Sorusu Türkçe Sitesi