1929 Büyük Buhranı sonrası ve II. Dünya Savaşı'nı (1939-1945) takip eden yıllarda dünyanın bir çok yerinde yaşanan olaylar ekonomik sorunları ön plana çıkmasına neden olmuş ve kalkınma kavramının oluşturulmaya başlamasını sağlamıştır. II. Dünya Savaşından sonraki yıllarda hızlı kapitalist büyümenin ekolojik denge üzerinde yarattığı sorunların farkına varılması ve kalkınma ile çevre arasındaki bağların ortaya çıkması 1960'lı yılların sonuna rastlamaktadır. Sürdürülebilir kalkınmanın temel ilkelerinin tartışılması ise 1970'lerin ikinci yarısında başlamıştır.
Kalkınma; geri kalmış ülkelerin sosyo-kültürel ve ekonomik bakımdan düzenlemeler yaparak gelişmiş ülkeler standardını yakalama çabasıdır. Bu çabalara; milli gelirin ve üretimin arttırılması, sosyal ve ekonomik yapının geliştirilmesi, halkın değer yargılarının dünya standartlarında geliştirilmesi gibi değişmeler dahil edilir.
Kalkınmanın amacı; ekonomik büyüme olmayıp, temel olarak insan yaşam kalitesinin arttırılması anlamına gelmektedir. Altyapı geliştirme, tarımsal ve endüstriyel kalkınma, çevresel koruma, doğal kaynakları geliştirme, sosyal hizmetler, ekonomik büyümeye katkı yapanlarda dahil olmak üzere, tüm faaliyetler sürdürülebilir bir tarzda insanın yaşam kalitesine yaptıkları katkıları değerlendirmektir.
Sürdürülebilir Kalkınmanın tanımını ise şöyle yapmak mümkündür; insan ve doğa arasında denge kurarak, doğal kaynaklara zarar vermeden, kaynakların bilinçli olarak tüketilmesini sağlayarak gelecek nesillerin ihtiyaçlarının karşılanmasına ve kalkınmasına imkan verecek şekilde bugünün ve geleceğin yaşamının ve kalkınmasının planlanmasıdır. Kalkınmanın odağında insan vardır ve sürdürülebilir kalkınma; sosyal, ekonomik, ekolojik, mekansal ve kültürel boyutlarla insanın yönetiminde şekillenmektedir.
Kalkınma sadece büyüme ile eşanlamlı bir kavram olarak anlaşılmamalıdır. Beslenme, barınma olanakları, sağlık ve eğitim hizmetleri, insan hakları gibi göstergelerde kalkınma kavramının içinde düşünülmektedir. Bu bağlamda sürdürülebilir kalkınma sadece ekonomik verilerin ışığında incelenmemeli, sosyal ve siyasal boyutlarla bir bütün içerisine analiz edilmelidir. Var olan kaynakların etkin kullanılmaya çalışılması, ekonomi ve çevre koşulanlının bir arada ele alınmasının daha faydalı olacağı inancının yanı sıra, teknolojik gelişmelerinde sürdürülebilir kalkınmaya olumlu katkıları olacağı inancı hakimdir.
Bilimsel ve teknolojik gelişmelerin doğal kaynakların daha verimli kullanımı ve tükenmekte olan kaynaklara alternatiflerin bulunması yönünde yeni olanaklar sağladığı bir gerçektir. Örneğin; enerji gereksinimini tükenen fosil yakıtlar yerine yeni ve yenilenebilir enerji kaynaklarıyla karşılamak, fosil yakıtların kullanımında atıkları yeniden kazanmak, biyoteknoloji gibi jenerik teknolojilerle insan yapısına hammaddeler oluşturmak ya da tarımsal üretim süreçlerini kontrol edebilmek gibi bir çok gelişme ortaya çıkmaktadır.
Tüm bu süreçte sürdürülebilir kalkınmanın sağlanması için; keşfetmeye, teknolojiye ve bilgiye sahip çıkılmalı, süreç en iyi şekilde yönetilebilmelidir. Yönetimin ve planlamanın kaliteli bir şekilde gerçekleşmesi durumumda sosyo-kültürel ilerleme sağlanabilir, ekonomik gelişmeler ve ekosistem korunabilir, riskler azaltılabilir, yaşam kaliteleri arttırılabilir. Bireysel bile çok şey yapılabilecek sürdürülebilir kalkınma kavramı altında unutulmamalıdır ki Dünya hepimizin evidir.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.