Genler vücutta biyolojik bilgileri taşıyan en önemli yapılardır. İnsan vücudunda yaklaşık 3000 ile 4000 arasında gen bulunduğu yapılan araştırmalarla belirlenmiştir. Vücut için temel yapı maddelerinden olan protein sentezi için özel genler işlev görür. İnsan genomunu oluşturan genlerin yaklaşık yüzde 5'i protein kodlamakta görevli genlerdir. Yüzde 45 oranında ise transposon ( sıçrayan gen ) adı verilen hareketli genler bulunuyor. Geriye kalan yüzde 50'lik oranı ise non-coding olarak tanımlanan DNA dizileri oluşturuyor. Bu genler şuan için belli bir işlevi tespit edilememiş olan genlerdir. Bu nedenle bilim çevreleri tarafından ‘ junk DNA' yani ‘işe yaramaz DNA' olarak da tanımlanıyordu. Ancak bu noktada bir zamanlar apandisitin de işe yaramayan bir organ olarak tanımlandığını hatta bilimcilerin bu organı evrim fazlası olarak nitelendirdiğini hatırlatmak gerekir.
Transposonlar vücuttaki hareketli gen bölgeleridir. Bu genler hücre içindeki bir genomda yer değiştirebilme özelliğine sahiptir. Bu genlere insan hücresinden bakteri hücresine kadar tüm canlı hücrelerde rastlanmıştır. Transposonlar bu değişim işlemini bazen bir defa bazen de yüzlerce veya binlerce kez tekrarlayabilmektedirler.
Uzunlukları ise 50 ile 10, 000 baz çifti arasında değişebilmektedir. Transposonları keşfine yol açan en önemli soru ‘ bir organizmayı oluşturan bütün hücrelerdeki bütün DNA'lar birbirinin aynısı mıdır ? ‘ sorusudur. Buradan hareketle yola çıkan bilim adamları hareketli genlerin keşfi için önemli adımlar attılar. İlk olarak akılları kurcalayan nokta tüm DNA ların aynı olması dahilinde vücudun savunmasında rol oynayan antikorların yüz binlerce hatta milyonlarca farklı çeşidinin nasıl salgılandığıydı. Antikorlar vücutta bulunan ve vücudu mikroplara karşı savunmada destekleyen bir protein grubudur. Antikor sentezi de tüm diğer protein gruplarında olduğu gibi hücrenin DNA'da bulunan kodları okumasıyla başlar. Bu proteinlerin sentezi için hücre genomunda en az yüz bin antikor geni bulunması gerekir. Böyle bir durumun olması ise imkansızdır. Çünkü bu kadar antikor geninin bir hücrede bulunması DNA' nın tamamnın antikor genleriyle dolu olması dolayısyla vücudun tek işlevinin antikor üretmek olması gerekirdi. Ancak vücut kromozomlarındaki genlerin yerinin sabit olmadığı ihtimali düşünüldüğünde çok sayıda antikor üretmenin mümkün olduğu sonucuna varıldı. Bunun için fareler üzerinde bir araştırma yapan Susumu Tanegawa , yetişkin bir farenin antikorunun kromozomu ile , fare embriyosunun antikor kromozomunun yerini inceledi. Gözlemleri sonucunda yetişkin farede bütün olarak saptanan bir genin , embriyoda parçalanmış şekilde iki farklı yerde bulunduğunu fark etti.
Bunun sonucunda gen parçalarının kromozomlar üzerinde yer değiştirerek fonsiyonel yeni genler meydana getirdiği anlaşıldı. Her hücre az farklılıklarla değişik genler meydana getirebiliyor, böylece bağışıklık sistemi için gerekli olan milyonlarca değişik antikor üretilmiş oluyor. (Bu çalışmasıyla Susumu Tanegawa Nobel ödülü kazanmıştır)
1930-1950 yılları arasında ilk öne sürülen bu görüş o zaman bilim çevreleri tarafından kabul görmemiştir. İlk zamanlarda kabul edilmemesinin en önemli sebebi o zamanın klasik bilim anlayışna göre kromozom genlerinin sabit ve hareketsiz olduğu görüşünün benimsenmesiydi. Ancak sonradan yapılan çalışmalar hareketli genlerin varlığını ispatlamıştır.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.